Beklentilerinin ötesinde, araştırmacılar “yapısal ayrımcılık” olarak adlandırdıkları bir durumla karşılaşmışlardır; bu, örneğin, ruhsal hastalığı olan insanların birçok şekilde bedensel rahatsızlığı olan insanlara verilen hizmetle karşılaştırıldığında kendilerine ikinci sınıf hizmet verildiğini hissetmesini içerir. Araştırmacılar, hasta yakınlarının olumsuz tablosuna, ruhsal hastalığın halkın genelinde oluşturduğu imaj ve bazı psikiyatristler tarafından yaratılan izlenim olduğunu bildirdiler.
Ciddi ruhsal hastalığı olan biriyle yaşamanın etkileriyle ilgili kaleme alınan yazıların çoğu yazı bunu bir “yük” olarak betimlemiştir. Bununla birlikte, aile bireylerinin rolünü sadece bir yükü omuzlanmak gibi görmek son derece önyargılı bir tutumdur. Bu son derece karmaşık ve çeşitli ilişkileri fazlaca basitleştirmektir ve genellikle ilişkinin bir kısmını oluşturan sevgi ve dostluğu inkar etmektedir. Bu nedenlerle daha önceleri “yük” olarak nitelendirilen bu durum, şimdilerde daha yorumsuz bir ifadeyle “bakım verenin deneyimi” olarak nitelenir. Aile bireylerinin üzerindeki etkilerin olumsuz olduğunu farz etmek nasıl yanlış olabilirse, yakınların kendilerini “bakıcı” olarak görmeyi seçmek istememesi de o denli gerçek olabilir.
Damgalama aileleri nasıl etkiler?
İlginç olan aile bireylerinin etkilenmesi konusunda yazılan raporların çoğunun, şizofreni tanısı konulan bir kişinin bulunduğu ailelere atıfta bulunmalarıdır (damgalama konusundaki çoğu literatürün gibi). New York’ta gerçekleştirilen yeni bir çalışmada, majör depresyon, şizofreni veya bipolar bozukluk tanısı konulan kişilerin aile bireylerinin 500’ünün görüşleri karşılaştırılmış ve istisnai bir sonuç bulunmuştur. İlginç olan bu üç grup arasında farklılık görülmemiş ancak yok sayma ve önyargının, istisnadan ziyade kural olduğu saptanmıştır. Aile bireylerinin yarısı aşağıdaki beyanlarda bulunmuşlardır.
· Toplumdaki
insanların çoğu ruhsal hastalığı olan üyeye sahip ailelerle arkadaşlık
kurmazlar.
·
İnsanların
çoğu ruhsal hastalığı olan biriyle yaşayan ailelere tepeden bakarlar.
· Çoğu aile, eğer aile üyelerinden bir ciddi ruhsal hastalığı nedeniyle hastaneye
yatırıldıysa, arkadaşlarının kendilerini sık sık ziyaret etmeyeceklerine
inanır.
· İnsanların
çoğu ruhsal hastalığa yakalanmış bir üyesi olan aileleri ziyaret etmezler.
Çalışma, ruhsal hastalığı olan insanların ve ailelerinin, zorlukları nedeniyle değersizleştirildiklerini hissettikleri sonucuna varmıştır. Diğer bir deyişle, ailede ruhsal hastalığın olması itibarlarını zedelemektedir. Bu konu, özellikle ruhsal hastalığı olan kişilerin ve onlarla ilgili herkesin değersizleştirilmesi durumu söz konusudur.
Hasta yakınları, ruhsal hastalığı olan bireylerin, acil durumlarda yardım bulabileceklerinden emin olmaları halinde hastalığın aile üzerindeki etkilerinin azaltılabileceğini defalarca söylemişlerdir. Örneğin, Hong Kong’ta hasta yakınları sıklıkla, hayal kırıklığı, anksiyete, benlik saygısında azalma ve çaresizlik yaşadıklarını ancak kriz anında, acil yardım alabileceklerini düşünen ailelerde bu hislerin daha az olduğunu bildirmişlerdir.
Farklı ülkelerde aileler ayrımcılığa aynı şekilde mi uğruyorlar? Maalesef, bu konuda titiz bir şekilde ve karşılaştırmalı olarak gerçekleştirilen hiçbir çalışma yoktur. Bununla birlikte, farklı kültürlerde, aile bireylerine verilen bazı tepkilerin, hayret verici ölçüde benzer olduğu saptanmıştır.
Kaynak:
Thornicroft G. Toplumun Reddettiği Ruhsal Hastalığı Olan İnsanlara Karşı Ayrımcılık, Soygür (Çev.ed.), Ankara: Şizofreni Dernekleri Federasyonu; 2014.
Görsel:
dijitalhemsire.net
Toplumun Reddettiği Facebook Sayfası:
https://www.facebook.com/sizofrenisizofreni
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder