Şizofreni Dernekleri Federasyonu

Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu'nun 2016 Yılında Prof. Dr.Haldun Soygür İle Yaptığı Röportaj

Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu'nun 2016 yılında Prof. Dr.Haldun Soygür ile yaptığı bu röportajı, TPÖÇG izni ile paylaşıyoruz. Röportaj, TPÖÇG’nun çıkardığı PsiNossa adlı derginin 2016 yılı, Haziran ayı, 18.sayı “Damgalama” konulu içeriğinde yayınlanmıştır.

TPÖÇG hakkında detaylı bilgi için https://www.tpocg.org/hakkimizda/ inceleyebilirsiniz.

İyi okumalar..

1-Şizofreni nedir? Neden şizofreni alanında çalışmayı tercih ettiniz?

Şizofreni, düşünce, algılama, duygu ve davranışta bir dizi bozukluğa yol açan; belirti, bulgu, gidiş, sonlanım ve tedavi bakımından çeşitlilikler gösteren, hastalar ve yakınları için ağır yükler oluşturan bir ruhsal hastalıktır. Şizofreni, bireysel ve toplumsal maliyeti yüksek bir hastalık olması nedeniyle tüm dünyada bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilmektedir. Herhangi birimizin bu hastalığa yakalanma oranı yaklaşık olarak %1’dir. Günümüzde klinik olarak şizofreniye benzeyen hastalıklar, şizofreni spektrum bozuklukları kapsamında tanımlanmaktadır. Bu kapsam içinde yer alan şizoid kişilik bozukluğu, şizotipal kişilik bozukluğu (% 1-4) şizoaffektif bozukluk ve sanrılı bozukluğu da katarak bir yaşam boyu yaygınlık oranı verirsek, oran %5’e ulaşmaktadır. Şizofreni hala insan ruhunun en karmaşık ve en gizemli hastalığı olma özelliğini sürdürmektedir. Günümüze dek gerçekleştirilen onca çalışma ve ilerlemeye karşın, şizofreni alanında çalışmak bir tür keşif gezisi yapmak gibidir. Hiçbir kuralı izlemeyen sadece kendi kurallarını izleyen bir hastalıkla ilgilenmek, bir hekim ve bir ruh sağlığı çalışanı için çok çekici geliyor bana. Tüm kuramsal tartışmaların ötesinde, şizofreni hastaları ve yakınları çok ciddi beklentiler içindedir. Herhangi bir şizofreni hastasının gereksinimlerinin karşılanması ve toplumda hak ettiği yeri alabilmesi için atılacak her adım değerlidir. Bir bilim ve sanat olarak psikiyatriye düşen, tanı ölçütlerinin dar sınırları içinde sıkışıp kalmak değil, hasta ve ailesine insan insana bir ilişki içinde ulaşmak ve mevcut tüm tedavi ve iyileştirim olanaklarını sağlamaktır. Geçmişteki ustaların söylediği gibi, şizofreni ile uğraşmak sevgi, bilgi, sabır ve emek gerektiriyor. Fakat tek bir şizofreni hastası için sağladığımız en küçük bir katkı bile bu emeğe değer diye düşünüyorum.

2-Uykusuz Çocuklar: Şizofreni Yazıları kitabınızda yer verdiğiniz, bir yazar arkadaşınızın “Şizofrenisi olan birisi, ıssız bir adada sadece bir insandır.” sözüyle ne demek istediğinizi biraz daha açar mısınız?

Burada şizofreninin toplumsal boyutu vurgulanıyor. Tek başına bir insan için anlamlılığı ya da anlamsızlığı değerlendirilmeyecek olan bir durumun, toplumsal bir ortamın varlığında nasıl ciddi bir sorun haline gelebileceğine gönderme yapılıyor. Öte yandan unutmamamız gereken şu ki, Edip Cansever’in sözleri ile söyleyeyim, “İnsanın insandan başka dayanağı yok. Yalnızlık bile başkalarının varlığı ile anlam kazanıyor.”

3-Şizofreninin belirtileri nelerdir, kısaca açıklar mısınız?

Şizofreni tanısı klinik belirtiler ve hastalık süreci ile konulur. Şizofrenideki belirtileri 5 ana küme altında toplayabiliriz.

1-Pozitif belirtiler

• Sanrılar: gerçek bir temeli olmayan, mantık dışı, alışılmamış garip inanç ve düşüncelerdir. Sanrıların çok ağır olması durumunda hastanın yaşamı önemli derecede etkilenir, bu durum hasta ve yakınlarının esenliğini ve güvenliğini etkileyecek sorumsuz ve uygunsuz davranışlara neden olabilir. Sanrılar konularına göre aşağıdaki gibi gruplanabilir.

-Büyüklük sanrıları: Peygamberdir, başbakanlığa adaydır, sonsuz bir gücü vardır, büyük bir buluş yapmıştır vb..

-Alınma sanrıları: “ Benim hakkımda konuşuyorlar, radyo ve televizyonda bana laf atıyorlar, evime gizli araçlar yerleştirmişler, beni gözlüyorlar. “ vb..

-Şüphecilik ve kötülük görme sanrıları: kişi gerçeğe dayanmayan bir biçimde başkalarının kendisine zarar vermeye çalıştığına inanır, savunucu, güvensiz ve kuşkucu bir tutum içine girer.

-Etkilenme sanrıları: “Düşünce yolu ile gizli güçlerle başkalarının davranışlarını yönetiyorum.”

-Düşünce sokulması: “Kafama düşüncelerini sokuyorlar. Davranışlarımı yönetiyorlar. Ben düşüncelerimi başkalarının kafasına aktarıyorum.” gibi

-Düşünce okunması: “Düşüncelerimi olduğu gibi okuyorlar” veya “Ben düşünceleri okuyorum.”

-Düşünce yayılması: Düşüncelerin çevreye, bütün dünyaya yayınlanması.

-Erotomanik Sanrılar: “Herkes kendisine aşıktır.”

-Küçüklük sanrıları : “Ben bir işe yaramam, değersizim, tedavi edilmeye değmem.” gibi

-Nihilistik sanrılar: “Ben yokum, ben ölmüşüm, kalbim, midem, bağırsaklarım çürümüş, erimiş, yok olmuşlar gibi.”

-Somatik sanrılar:” Bende kanser, AIDS var.”

-Depersonalizasyon sanrıları : bedenin ve çevrenin acayip biçimlerde değişmesine ilişkin sanrılardır. Bunlar beden görünümüne ilişkin sanrılardır. “Ben hem erkek hem kadınım.”, “ellerim ayaklarım büyüyor değişiyorum.”

-Derealizasyon sanrıları : “çevre başkalaşmış, burası benim kasabam değil, çevremdekiler değişmişler, annem babam değişmişler, onları tanımıyorum.”

• Varsanılar: bireyin ortada bir dış uyaran yokken beş duyu ile ilgili uyaranlarını algıladığını ifade etmesidir. Genellikle işitme, görme, dokunma, tat ve koku varsanıları olabilmektedir. Şizofrenide daha çok işitme varsanıları olur. Varsanılar, ağır ya da çok ağır olduğu durumlarda hastanın günlük yaşamını etkisi altına alabilir. Varsanılara sanrılı yorumlar eşlik edebilir ve kişi bu sanrı ve varsanıların etkisi altında kendisi ya da çevresindekilerinin güvenliğini tehlikeye atabilir. Kimi kez uyaranların yanlış algılanması ve yorumlanması olarak tanımlanan yanılsamalar ortaya çıkabilir.

• Düşüncede ve davranışta dağınıklık: bireyin düşünce süreci hedefe yönelik işlememekte, dağılmakta ve bu nedenle düşünce sürecinde çevresel düşünce, teğetsel düşünce, çağrışımlarda kopukluk, düşüncelerini bir sonuca bağlayamama, düşüncelerde anlamsızlık veya düşünce blokları ortaya çıkabilmektedir. Hastanın hareket ve davranışlarında aşırı bir hızlanma, çevresel uyaranlara karşı tepkisinde artma, duygu durumunda hızlı değişmeler olabilir. Taşkınlığın çok ağır olması halinde bireyin yemesi ve uyuması ciddi biçimde etkilenir. Kişilerarası ilişki olanağı ortadan kalkar. Hasta bir yandan anlaşılmaz bir tutum sergilerken, bir yandan da çok bitkin düşebilir.

2-Negatif Belirtiler

• Duygulanımda küntleşme: bireyin duygusal yanıtında yüz ifadesinde ve duygularının düzenlenmesindeki azalma ile birlikte iletişim kurma amacı ile kullandığı el kol hareketlerindeki azalma ile kendini gösteren bir bulgudur. Çok ağır olması durumunda bireyin yüz ifadesinde ve iletişim kurmada kullandığı el kol hareketlerinde hiçbir değişim olmaz. Hasta sürekli boş ya da heykelleşmiş gibi bir ifade içinde olabilir.

• Anhedoni: Bireyin haz alma, zevk alma yetisini yitirmesi ve bu tür etkinliklerden uzaklaşmasıdır.

• Toplumdan uzaklaşma: ilişki kurmada güçlük ortaya çıkar; hastanın kişilerarası ilişkilerinde kendisini başkalarının yerine koyamaması, görüştüğü kişi ile yakınlık kuramaması ya da bu kişiye karşı ilgisiz kalmasıdır. Bu bulgunun çok ağır olduğu durumlarda, hasta yanındaki kişiye karşı tamamen ilgisiz kalabilir, tamamen kayıtsız olabilir, sözel ve sözel olmayan iletişim kurmaktan kaçınabilir.

• Avolüsyon: bireyin bir işi başlama, sürdürme ve sonlandırma yetisinin ortadan kalkmasıdır. Birey iradesini gösteremediği, enerjisinde azalma olduğu bir edilginlik ve kayıtsızlık içinde olduğu için toplumsal etkileşimlere yönelik ilgi ve girişimleri azalmıştır. Böylece kişiler arası ilişkileri ve günlük aktiviteleri azalır.

• Aloji: konuşmanın kendiliğinden ve akıcı olmasının kaybı; bireyin konuşma sürecinde akıcılığı ve üretkenliğinde azalma ortaya çıkar.

3-Bilişsel bozukluğa ilişkin belirtiler

Şizofreni esas olarak bireyin ana zeka fakültelerindeki bir bozuklukla karakterize edilmeyen bir hastalık olmakla birlikte, hastalığın gidişi sırasında dikkat, bellek, öğrenme gibi bilişsel işlevlerde kimi bozukluklar ortaya çıkabilir. Bunlar arasında dikkati odaklama ve sürdürmede bozulma, akıl yürütmede, sorun çözme becerisinde ve öğrenmede güçlükler ve karışık işlemleri adlandırmada yetersizlikler yer alır. Dikkat, dil, bellek ve işlem hızı kritik derecede önemlidir ve kötü sosyal ve mesleki sonuçların birçoğundan sorumludur.

4-Agresif ve hostil belirtiler

Şizofrenide, özellikle hastalığın alevlenme döneminde, bireyin kendine ya da başkalarına zarar verme riskini ortaya çıkaran dürtü denetiminde bir sorun gelişebilir. Hasta bu dönemde cinsel taşkınlığı da içeren çeşitli davranışlarda bulunabilir.

5-Depresyon ve anksiyete belirtileri

Şizofreninin gerek başlangıcında gerek gidişinde hastanın kaygılı olma hali, sinirlilik, endişe, huzursuzluk gibi belirtilerle kendini gösteren anksiyete ve üzüntü, kendine güvende azalma, çaresizlik duygusu, karamsarlık, umutsuzluk ve suçluluk duyguları gibi belirtilerle kendini gösteren depresyon ortaya çıkabilir.

4-Şizofrenisi olan bireye karşı nasıl yaklaşılmalıdır?

İlk ve öncelikli amacımız, kişi ile güvenilir, sürekli ve tutarlı bir ilişkiyi başlatabilmektir. Böyle bir çaba hasta ile ilgili bilgi toplamak ya da belirtileri araştırmaktan daha fazla önem taşır. Bir ilişki oluşturmak hastanız için zaman ayırmanızı ve onu dinlemenizi gerektirir. Günlük pratikte, tüm hastalarımız ile ilgili genel bir zaman sıkıntısı çekerken, şizofreni hastalarına nasıl olup da zaman ayıracağınıza ilişkin bir kaygı yaşamanız anlaşılır ve doğaldır. Ancak görüşmeye zaman telaşına kapılmadan sakin bir şekilde başlamayı başarabilirseniz, hedeflerinize çok daha çabuk ulaşabilirsiniz. Hastanız da sizin zaman ihtiyacınıza saygı gösterecektir. Görüşme sözcüğünü olabildiğince geniş kapsamlı algılayın ve örneğin hastanıza çay ikram etmeyi yadırgamayın. Başlangıçta hastanın sanrılarını, varsanılarını tartışmak, hem sizin hem hastanız için yorucu ve ilişkiyi engelleyici olacaktır. Sanrılar ve varsanıları ele almanın en iyi yolu, onları saygılı bir biçimde dinlemek ve hiçbir zaman hafife almamaktır. Kendinizi hastanızın yerine koyarak, bu belirtilerin onu tedirgin edebileceğini, üzebileceğini ya da rahatsız edebileceğini anlamaya çalışın. Şizofreniye yıllarını vermiş bir hekim olan E.Fuller Torrey’ in şu sözlerini daima aklınızda tutun: “bu hastalığa yakalanmış olmak başlı başına kötü bir şeydir. Bu hastalığa hiç yakalanmamış olanlarımız kendimize sormalıyız, eğer beynimiz bize oyun oynamaya başlasaydı, eğer başkalarının işitmediği sesleri bize bağırsaydı, eğer duyguları hissedebilme ve mantıklı düşünme yetimizi kaybetseydik neler yaşardık? Böyle bir durum herkes için kesinlikle taşınması ağır bir yük olurdu. Üstelik en yakınımızda bulunanlar, bizden uzaklaşıp bizi gözardı etmeye başlasalardı, söylediklerimizi işitmeseler, yaptıklarımıza önem vermeseler neler hissederdik? En çok sevdiğimiz insanlar her gün yaptığımız davranışlardan utanç duysalardı neler hissederdik?”
Hastanızın fikirleri ya da fantazileri size ne kadar anlamsız gelirse gelsin, onunla iddialaşmayın ve onu ikna etmeye kalkışmayın. İkna çabanız işe yaramaz hatta hastanın yaşamındaki olumsuz kişilerden birisi de siz olabilirsiniz. Hastanızın söylemek istediklerini saygıyla ve ona geri yansıtarak dinleyin. Eğer hasta sessiz kalmayı tercih ediyorsa, bunu kabul edin ve hastayı konuşmaya zorlamayın. Eğer hasta ajite, kaygılı ya da endişeli ise, “ ne kadar öfkeli (duruma göre tedirgin, endişeli, kaygılı) olduğunu kesinlikle anlıyorum. Eğer ben de benzer bir durumda olsaydım aynı şeyleri hissederdim.” deyin. Kızmak, bağırmak, müstehzi bir şekilde gülmek, alay etmek gibi davranışlarla ilişki şansınızı yok edeceğinizi unutmayın. Herhangi bir konuda kendi görüşünüzü bildirirken saygıyla izin isteyin. Bu tutum, hastanıza güç vermenizi ve kontrolün onun elinde olduğu hissini edinmesini sağlar ve kendisini küçük düşürülmüş hissetmez.
Hastanın kendine olan saygısını arttıracak her etkinliği destekleyin. Başarılı olduğu en küçük bir konuyu bile atlamadan onu yüreklendirme, övme fırsatını kaçırmayın. Hasta ne kadar hostil, saygısız, kayıtsız, haşin davranırsa davransın hiçbir zaman cezalandırmayın ya da reddetmeyin. Ona bir çocuk gibi davranmayın. Hastanın benlik gücünü artırmak ve benlik sınırlarını güçlendirmek (hastaya ait olanla diğer kişilere ait olanın ayırt edilmesi) için çaba sarfedin. Hastanın stres eşiğini yükseltmek için uğraş verin. Destekleyici bir ortam oluşturun. Sunduğunuz terapötik ortam bir tür sığınak olsun. Uzlaşmayı ve ortaklık kurmayı hedefleyin. Yapamayacağınız sözleri vermeyin. Bazı zor sorular karşısında zaman kazanmak için yanıtı erteleyin. İçten ve açık olun. Gerektiğinde özür dileyin. Hastanın ihtiyaçlarını belirleyerek birlikte yardım alma verme konusunda nedenler bulmaya çalışın. Onun hayatında önem verdiği şeyler üzerine oturan motive edici etkenlere odaklanın. Hasta, hastalığını kabul ediyorsa, onun hasta olma ihtiyacına saygı duymayı; hasta olduğunu kabul etmiyorsa ( içgörü yok) onun gerçekleriyle savaşmamayı ilke edinin. Uzlaşmayı ve ortaklık kurmayı sağlamak için gayret sarfedin. Hastalığını kabul eden ve işbirliği yapan bir hastanız varsa, onu hastalık ve tedavisi hakkında eğitin (hastalığın alevlenmesindeki öncü belirtilerin tanınması, düzenli ilaç kullanımının alevlenmeleri önlemedeki rolü, ilaç yan etkileri vb).

5-Şizofreni tedavisinde ilaçların etkisi nedir?

İlaçlar şizofreni tedavisinin en önemli bileşenidir. İlaçsız şizofreni tedavisi olmaz. Ancak bu sadece ilaç tedavisinin yeterli olabileceği anlamına da gelmez. Sonuçta hiçbir ilaç, insana yaşamla nasıl başa çıkacağını öğretemez ve iki insan arasındaki ilişkinin yerini hiçbir ilaç dolduramaz. Antipsikotik ilaçların ilki olan Klorpromazin’in şizofreni tedavisinde kullanılmaya başlamasından bu yana geçen 60 yıla yakın süre içinde, bu ilaçların özellikle pozitif belirtiler üzerindeki etkisi açık olarak kanıtlanmış olmasına karşın ,tipik antipsikotik ilaçlarla tedavinin, olguların bir bölümünde yetersiz kalması ve hastaların yaşamlarını kısıtlayabilen önemli yan etkilerinin olması, terapötik etkinliği daha fazla, yan etkisi daha az yeni antipsikotik ilaçların aranmasına yönelik çabaları hızlandırmıştır. Günümüzde antipsikotik ilaçlar, iki ana grup halinde değerlendirilmektedir. Bir grup “klasik” ,”geleneksel” ya da “birinci kuşak” olarak da tanımlanan tipik antipsikotik ilaçlardır. İkinci grup ise “yeni” ya da “ikinci kuşak” olarak da tanımlanan atipik antipsikotik ilaçlardır. Tipik antipsikotik ilaçların ortak özelliği, merkezi sinir sisteminde dopamin D2 reseptörlerini bloke etmeleri ve ekstrapiramidal yan etkilerinin fazla olmasıdır. Atipik antipsikotik ilaçlar ise, etki düzenekleri açısından farklılıklar taşırlar fakat ortak özellikleri ekstrapiramidal yan etkilere neden olmamaları ya da daha az neden olmalarıdır. Tipik antipsikotik ilaçlar, şizofreninin hem akut alevlenme döneminin tedavisinde hem de sürdürüm tedavisinde etkilidir. Bu ilaçların uzun süreli kullanımının şizofrenide alevlenme oranını yaklaşık üçte iki oranında azalttığı ve alevlenme ortaya çıksa dahi şiddetinin daha hafif olduğu, tehlikeli davranış ve istem dışı hastaneye yatış oranının azaldığı gösterilmiştir. Tipik antipsikotikler, pozitif belirtiler üzerinde belirgin etki göstermelerine karşın negatif belirtiler ve bilişsel yetmezlikler üzerinde etkili bulunmamışlardır. Atipiklerin bilişsel yetmezlikler üzerindeki olumlu etkileri araştırılmaktadır. Son yıllarda art arda gerçekleştirilen bazı bağımsız çalışmalarda klinik etkinlik açısından atipiklerle tipikler arasında fark bulunmadığı bildirilmiştir. Buna karşın tipik antipsikotiklerin atipiklere göre belirgin olarak çok daha fazla ekstrapiramidal belirtilere neden oldukları ve 10 kat fazla tardif disknezi riski taşıdıkları saptanmıştır. Atipik antipsikotiklerin ise endokrin ve metabolik yan etkileri sorun yaratabilmektedir.

6-Şizofreninin sıklık ve yaygınlığı ne orandadır?

Sıklık ( insidans) belirli bir toplulukta ve belirli bir zaman içinde belirli bir hastalığın yeni ortaya çıkan olgu oranı olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle sıklık çalışmaları, hastalıkla ilgili risk etmenlerinin araştırılması bakımından önem taşımaktadır. Kullanılan tanı ölçütlerinin, araştırmadan araştırmaya değişmesi; hastaneye ilk yatış, tedaviye ilk başvuru, psikoza ilişkin ilk belirtilerin görülmesi gibi dolaylı göstergelerin farklılıklar göstermesi; hastalık başlangıcının nasıl tanımlanacağı konusundaki muğlaklık ve yeni vakaların hepsinin saptanmasındaki güçlükler gibi nedenler sıklık araştırmalarına ilişkin sorun alanlarını oluşturmaktadır. Şizofreninin yıllık sıklığı binde 0.2 olarak hesaplanmaktadır.
Yaygınlık (prevalans), belirli bir toplulukta ve belirli bir zaman içinde belirli bir hastalığın eski ve yeni tüm olguların oranıdır. Yaygınlık çalışmaları, hastalığın toplumda oluşturduğu yükün ve hastalıkla ilgili gereksinimlerin araştırılmasına hizmet etmesi nedeniyle önemlidir. Şizofreninin yaşam boyu yaygınlığına ilişkin olarak, öteden beri klasik kitaplarda yer alan % 1 oranı, son yıllarda gerçekleştirilen kapsamlı ve sistematik gözden geçirme yazılarında sorgulanmaya başlamıştır. Bu çalışmaların sonuçlarına göre, şizofreni için nokta yaygınlık oranı için binde 5; yaşam boyu yaygınlık oranı için binde 4-8.2 arasında ortanca değerler bildirilmiştir. Bazı araştırmacılar, şizofreni için yaşam boyu hastalanma riskini % 0.7 olarak hesaplamıştır. Şizofreninin sıklığında bir artış ya da azalma olup olmadığı ve bir değişim varsa yaşanan alanlara göre bir farklılık gösterip göstermediği de henüz tam olarak yanıtlanamamış bir konudur. Her ne kadar Dünya Sağlık Örgütü’nün 1970’li yıllarda ortak yöntem kullanarak 10 ülkede gerçekleştirdiği çalışmada ülkeler arasında kayda değer bir fark olmadığı saptanmışsa da, günümüzde özellikle sosyal sınıf, kentleşme, göç gibi etmenlerle şizofreni sıklığı arasındaki ilişkiye dikkat çekilmektedir.

7-Bu konuda yaptığınız mükemmel bir çalışma olan “Mavi At Hep Koşsun” projesi ile yola çıktığınız, şizofreni hastalarının çalıştığı Mavi At Kafe’yi açtınız bunun için gerçekten örnek olarak gösterilecek bir insansınız. Bize biraz Mavi At Kafe’ yi anlatır mısınız ismi neden Mavi At, müşterilerinize neler sunuyorsunuz?

Mavi At Kafe /Kültür Yaşam Ortamı, 2 temel hedefle yola çıkmıştır:
1-Şizofreni hastalarına iş ve ruhsal iyileştirim olanağı sağlamak.
2-Sunulan hizmetler aracılığıyla genel toplumu oluşturan insanların şizofreni hastaları ile doğrudan temas etmelerini sağlayarak ve şizofreni kavramını merkeze alan bir kaynaşma ortamı yaratarak, damgalama ve ayrımcılığa meydan okumak. 
Mavi At Kafe’de bir kafede sunulan hizmetlerin hemen hepsi bir hasta yakını ve bir hizmet sektörü işçisi eşgüdümünde hastalar tarafından sunulmaktadır. Bu hizmetler arasında, sunulan yiyecek ve içeceklerin hazırlanması, rezervasyon, masalara servis, bulaşık, temizlik, toplantı organizasyonları bulunmaktadır. Mavi At bağımsız bir kuruluştur, devletten hiçbir destek görmemektedir; ancak gücünü ve gerektiğinde yardımı Şizofreni Dernekleri Federasyonu’ndan almaktadır. Hastaların dörder saatlik vardiyalarla hizmet verdiği Mavi At Kafe, Ankara Beşevler' de bulunmaktadır. Kafede olağan akışın dışında düzenlenen çeşitli faaliyetler (söyleşi, dinleti, film gösterimi, kurs, panel, konferans, çalışma grubu vb.) ile ikinci el eşya satışı da yapılmaktadır. Gerçekleşmesinde kafede çalışan hastaların aktif rol aldığı bu faaliyetler de ortamın toplumsal etkileşime daha da açık olmasını sağlamaktadır. Sağaltıcı topluluk kavramının temel ilkeleri ile çalışılan kafede, hastalar, yakınları, gönüllüler, ruh sağlığı çalışanları, hekimler ve “müşteriler” eşit ve demokratik bir ortamı paylaşmaktadır.” Mavi At” adının öyküsü şöyle: 70'li yılların başında İtalya’da büyük akıl hastanelerinin kapatılmasını ve toplum içinde tedavi anlayışını yerleştirmeyi amaçlayan bir hareket başlatılmıştı. O dönemde Trieste' deki akıl hastanesinde 1200 hasta bulunmaktaydı. Reformla birlikte ruh sağlığı bütçesinin %94’ü toplum odaklı merkezlerin kurulmasına, sağlık ve sosyal hizmetlerin entegre edilmesine ayrıldı. 1974 yılında, hastanenin kilitli kapıları açılmış ve hastaların diledikleri zaman dışarı çıkmalarına fırsat verilmiştir. Geçmişte hastane faaliyette iken hastane çalışanlarından başka hiç kimsenin dışarı çıkma hakkı olmadığı kurumdan çıkmasına izin verilen tek canlı çamaşırhaneden kirli çamaşırları dışarı götüren bir attı. Hastane yıkıldıktan sonra, hastane çalışanları ile halk el ele vererek 2,5 metre yüksekliğinde, ahşaptan mavi bir at yaparak hastanenin girişine yerleştirdiler. Köklü değişiklikle birlikte bu at, bir bakıma özgürlüğün ve toplumdan kopmamanın bir sembolü haline gelmiştir.Bizim kafenin adı da buradan geliyor işte..

8-Mavi At Kafe’nin başka şubeleri açılacak mı? Ekonomik olarak destek görüyor musunuz?

Şu anda Balıkesir’de şizofreni hastalarının çalıştığı bir Mavi At Kafe daha açıldı. Psikiyatri uzmanı Dr. Umut Karasu' nun özverili çabalarıyla hasta dostlarımız hem kafe hizmeti veriyor hem de cam işleri üretiyor. Mavi At Kafe, bağımsız, sivil ve gönüllü bir kuruluş. İmece ile çalışıyor. Ama işte öyle böyle 7 yaşına basıyor. Mavi At Kafe deneyiminden çok şey öğrendi. Şu sıra Toplum Ruh Sağlığı merkezlerine örnek olabilecek bir model üzerinde çalışıyoruz. Bu konuda ayrıntılı bir bilgi için Nöropsikiyatri Arşivi Dergisinde yayımlanan “Türkiye’de Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri : Quo Vadis ?” başlıklı yazıma başvurulabilir.(http://www.noropsikiyatriarsivi.com/en_makaleOzet?id=701)

9-Biz psikoloji öğrencileri olarak şizofreniye yapılan damgalamayı önlemek için neler yapabiliriz?

Yapılacak çok şey var. Bence bunu kafede toplanarak konuşalım.. bizi bir araya getiren şey, dünyayı bulduğumuzdan daha iyi bir yer haline getirme isteği. Böyle düşünen herkesi Mavi At’ a bekliyoruz.

*Şizofreni Dernekleri Federasyonu, Mavi At Kafe ve Psişizofreni Grubu'nun etkinliklerini aşağıdaki adreslerden takip edebilirsiniz.




Kaynak

Hazırlayan: Sibel Aksüt

Mavi At Kafe'de Üretken ve Mutlu Olmak

 




Volga Taşkent 


Şizofreni Dernekleri Federasyonu'na bağlı Mavi At Kafe 5 Haziran 2009 tarihinde Prof. Dr. Haldun Soygür ve Meral Taşkent'in çalışmaları sonucunda açıldı ve yıllardır Toplumla Bütünleşme Projesi olarak şizofreni tedavisi gören bireylere destek oluyor. Siz de gönüllümüz olabilir ve bizim üretkenliğimize katkıda bulunabilirsiniz. Bir proje önerebilir veya sadece çay içmeye gelebilirsiniz. Volga'nın tişörtlerinden almak isterken şiir şişeleriyle karşılaşabilirsiniz. Karış karış yaşama ilkesiyle yola çıkan Mavi At engelleri aşarak bugünlere geldi. Siz de Mavi At'a gelerek yaşamınıza yeni bir amaç katmak ister misiniz? 


                                                                        KİTAPLAR




Şizofreni Dernekleri Federasyonu'nun yayınları olan bu kitaplara Mavi At Kafeden ulaşabilirsiniz. Çeviri Editörü Prof. Dr. Haldun Soygür'e bu güzel kaynakları bizlerle buluşturduğu için çok teşekkür ederiz. 

                                                                 

BELGESELLER

Bir Dans Tanrısının Gün Batımı – Vaslav Nijinsky Belgeseli

Volga Volga Şizofreniyle Yaşamak

Biz Siz Onlar 


            Şizofreni hastalığı ile yaşamak nasıl bir deneyimdir ve bu deneyimde sanatın rolü nedir sorularına cevap arıyorsanız izlemelisiniz.  


                                                                        MAVİ AT MANTI 


Mavi At mutfağından mantı lezzeti :)
Meral Taşkent, Zehra Kömürcü ve Mehtap Coşkun ile mantı hazırlıyoruz. 
Bu lezzet efsane... 



MAVİ AT TİŞÖRTLERİ

Mavi At tişörtleri Volga Taşkent tarafından hazırlanmaktadır. Mavi at, balıklar, kediler, yunus, köpek, papağan gibi çizimleri ile bu tişörtler kafeden satın alınabilmektedir. Kafenin açıldığı günden bu yana mavi at tişörtleri çok sevilmiştir. Volga ayrıca özel bir tişört tasarımı isteyenler için de çalışmakta ve bu tişörtleri hazırlamaktadır. 





MAVİ AT KUPALARI

Volga Taşkent'in papağan, balık ve mavi at çizimleri Mavi At Kafe'de hep birlikte kupalara basılmaktadır. 

MAVİ AT OYUNCAKLARI

Mavi At'ın gönüllüsü olan bir arkadaşımız bu oyuncakları hazırlamaktadır. Pandemi döneminde mavi at oyuncakları çok sevilmiştir. Okur Mavi At en çok sevilen oyuncaktır. 




MAVİ AT DEFTERLERİ

Volga 'nın mavi at çizimini  bir dönem stajyerimiz olan Aybike Kevser Örge'nin önerisiyle  hep birlikte defterlere dikmekteyiz ve süslemekteyiz. Aybike Kevser Örge'ye ve Cansu Kaya'ya, Volga Taşkent'e ve defterlerde emeği geçen tüm üyelerimize teşekkür ederiz. 



ŞİİR ŞİŞELERİ 

Dernek üyemiz tarafından hazırlanan şişelerin içinde sizi sürpriz bir şiir bekliyor. Kafeden satın alabilirsiniz.  

AYRAÇLAR

Zaman zaman dernek üyelerimiz zaman zaman da gönüllülerimiz ile hazırladığımız ayraçlar kafede :) 

MAVİ AT ANAHTARLIK

Mavi At anahtarlıkları  dernek üyemizin  önerisi ve hazırlığı ile  kafede satılmaktadır. 

İKİNCİ EL GİYSİ

Bağış alıyoruz ve uygun fiyatlarda satışını yapıyoruz. 

İKİNCİ EL KİTAP

Bağış alıyoruz ve ikinci el kitapları çok uygun bir fiyatla satıyoruz. 

İKİNCİ EL EŞYA

Bağış alıyoruz ve uygun fiyatlarda satışını yapıyoruz. 

*** 

Mavi At Kafe Kültür ve Yaşam Ortamı'na bekleriz :)

Siz de Mavi At hep koşsun diyorsanız bu içeriği paylaşabilirsiniz. 



Mavi At Kafe

Mareşal Fevzi Çakmak Cd.
31/8 Beşevler- ANKARA
Tel: +90 (312) 212 00 06

e-mail: kafemaviat@gmail.com 




Hazırlayan : Yasemin Şenyurt

Gün Dünden Hediye / Mustafa Serkan Sınmaz


Fotoğraf: Yasemin Şenyurt
Fotoğraf: Yasemin Şenyurt




 Ellerimiz hazırladı acı tatlı hediyeler 

Gönderdik günlere gelecekteki

Zamanda bir yerlerde saklı bekler

Elbet buluruz sunduğumuz değeri

Hayat bir tek oyundan ibaret

Kaybedince hep ettik şikayet

Gün dünden hediye en nihayet

Bahtımıza çıkan isabet

Meçhul bir yola attık adımları

Kendimiz mi yazdık yarınları?

Seyircisiz sahneler de alın yazısı

Oynuyoruz şimdi yalnızları

Mustafa Serkan Sınmaz 

https://kutluyayinevi.com/magaza/urun/bir-sair-iki-kalem-mustafa-serkan-sinmaz/

İyileşme ve Sosyal Destek / Prof. Dr. Nuray Karancı

 









İyileşme ve sosyal destek

Prof. Dr. A. Nuray Karancı

TOBB ETÜ, Psikoloji Bölümü

 

Yaşamımızda ne yazık ki çok farklı özellikte zorlayıcı olaylarla karşılaşabiliyoruz. Araştırma bulgularını incelediğimizde kişiler için oldukça örseleyici, ya da travmatik olarak tanımlanabilecek yaşam olaylarının toplumda oldukça yaygın olarak yaşandığı görülmektedir.  Bu tür olayların çok çeşitli olduğu, ancak temelde ölüm, yaralanma veya kişisel bütünlüğü tehdit eden özellikleri olduğu görülmektedir. Travma yaratabilecek olaylar depremler gibi doğal kaynaklı olabileceği gibi, fiziksel veya cinsel şiddet, terör olayları, sevilen yakınların ya da kişinin kendisinde olan ciddi bir hastalık da olabilmektedir. İşte, şizofreni dendiğinde de yaşanılan ciddi bir psikiyatrik rahatsızlık ve hem kişi hem de yakınları için maddi ve manevi yükleri aklımıza geliyor. Şizofreni tanısı alan bir birey için yaşam oldukça inişli çıkışlı ve uzun soluklu bir süreç. Bu süreç yaşanılan sıkıntıların neden kaynaklandığını anlayabilmek, bunlara bir anlam verebilmek ve bir tanı koyulması ile başlıyor. Tanı konması en başta rahatlatıcı görünse de, tanı ile beraber tedavi arayışları, zorlanılan veya kesintiye uğrayan eğitim süreci, sosyal yaşantıda kısıtlanmalar , belli plan ve hayallerin gerçekleştirilmesinde güçlükler ve istihdam sorunları ile birlikte uzun soluklu bir yolculuk başlıyor. Bu yolculuğun zorluklarından önemli bir tanesi de toplumun bilgi eksikliği ve buna bağlı olarak şizofreni tanısı olan kişilere karşı olumsuz ön yargılar ve kişilerin damgalanması. Damgalama nedeni ile şizofreni tanısı olan birey toplumdan uzaklaşabiliyor ve tüm zorluklarla başa çıkarken yalnız kalabiliyor. Halbuki, bu zorlu yolculukta destek almak çok önemli. Bu yolculukta genelde aileler çok önemli bir destek kaynağı ancak onların da süreci oldukça zorlayıcı.

Sosyal destek örseleyici olaylar ve zorluklar karşısında kişinin iyilik haline çok değerli katkılar sunuyor. Bu destek maddi konularda (örn., tedaviye ulaşım desteği, bilgi desteği gibi) olabileceği gibi manevi konularda da (örn., moral vermek, ilgi ve saygı göstermek, paylaşmak gibi) olabiliyor. Sosyal desteğin ruh sağlığına direk olarak olumlu bir katkısı olduğunu pek çok araştırma ortaya koymuştur. Bunun yanı sıra sosyal desteğin zorlu olayların etkisini azaltmakta tampon görevi gördüğü de gösterilmiştir.  Sosyal destek alabilecek geniş bir ağa sahip kişilerin öz saygılarının ve iyilik hallerinin daha yüksek olduğu da bilinmektedir. Maalesef, şizofreni gibi ciddi bir ruhsal rahatsızlıkla yaşayanlarda sosyal desteğin oldukça düşük olduğu da bulunmuştur. Yürüttüğümüz bir çalışmada genellikle hastalığın başlamasından sonra eski arkadaşlarla ilişkilerin kesildiğini bulduk. Bunun önemli bir nedeni şizofreni tanısı sonrası kişilerin eğitim, sosyal ve iş yaşamlarında meydana gelen kesintilerden dolayı kendilerini arkadaşlarından farklı hissetmeleri ve paylaşacak fazla şeyleri olmadığı düşünmeleridir. Tabii, bunun yanı sıra şizofreni konusunda yaygın ve yanlış inanışlar da insanların şizofreni tanısı almış bireylerden uzaklaşmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla sosyal destek ağları oldukça küçülmektedir.

Şizofreni hastaları ve Yakınları Dayanışma Derneği, sosyal destek konusunda yaşanan bu eksikliği telafi etmesi açısından çok değerli bir konuma sahiptir.  Dernek ve Mavi At Kafe gibi merkezler şizofreni tanısı olan kişilere çok değerli katkılarda bulunmaktadır. Sosyal destek açısından benzer sorunları yaşayanlarla bir arada olabilmek, duygu ve düşüncelerin paylaşılabilmesi öz saygılarını ve iyilik hallerini beslemektedir. Ayrıca, yürütülen çeşitli faaliyetlerle özellikle içe çekilme, duygu ifadesi, motivasyon eksikliği gibi sorunlarının üstesinden gelmelerine yardımcı olmaktadır. Şizofreni tanısı olan birey, diğerlerine de destek vererek yaşamına yeni anlamlar katabilmekte, kendini daha üretken bir konumda hissedebilmektedir. En önemlisi yalnız olmadığını fark etmektedir. Önyargısız birbirlerini kabul eden, sevgi, saygı ve anlayış görebildikleri bir ortamda olmak onlara çok değerli katkılarda bulunmaktadır. Bu bakımdan bu tür dernek mekanlarının arttırılması çok önemlidir. Mavi At Kafe gibi mekanların aynı zamanda toplumla etkileşim yapabilme ve mevcut önyargıların kırılmasına bir zemin sağladığı da göz önünde tutulmalıdır. Toplumdaki ön yargıları azaltmanın en etkin yolu etkileşimdir. Bu bakımdan kafeyi ziyaret edenler bu etkileşim fırsatını bulmakta ve şizofreni konusunda ilk ağızdan verilen bilgileri alarak yanlış bilgilerini düzeltebilmektedirler.

Ailede bir bireyin şizofreni ile yaşaması tüm ailenin yaşamını da etkilemektedir. Ülkemizde yakın aile ilişkileri göz önüne alındığında bu çok beklendik bir durumdur. Ailede, anne, baba, kardeş, çocuklar ya da geniş aile bireyleri genelde şizofreni tanısı alan kişiye destek olabilmek için ellerinden geleni yapmak isterler. Ancak, onlar için de bu yeni bir durumdur ve hastalık ile ilgili bilgileri sınırlıdır. Bilgi ihtiyaçlarının yanı sıra üzüntü, yakın için endişe, hastalıktan kendilerini sorumlu tutup suçlu hissetme, tedavi ile ilgili zorluklar onları çok yıpratabilmektedir. Bu bakımdan ailelerin de diğer aileler ile buluşabildikleri ve paylaşım yapabilecekleri grupların olması çok değerlidir. Bu tür gruplarda aile üyeleri hem duygularını paylaşma hem de birbirlerinden başa çıkma yolları öğrenme şansına sahip olurlar. Yani, aile grupları hem eğitim hem de manevi destek sağlayarak çok önemli bir sosyal destek işlevini görebilir.

Şizofreni hastalığı bireyin yaşamının her alanına dokunmaktadır. Bu alanları sosyal yaşam, eğitim, iş imkanları, aile içi ilişkiler olarak düşünebiliriz. Ancak, unutmamamız gerekir ki kişinin yaşamının her alanına dokunan şizofreni hastalığında iyileşme mümkündür. Önemli olan doğru tedaviye ulaşmak ve hem ilaç hem de sosyal rehabilitasyonla hastalık ile başa çıkmaktır. Bir başka deyişle hastalıkla birlikte yaşamayı öğrenmek ve umutlu olabilmektir. Kişinin dışında topluma da önemli görevler düşmektedir. Toplumun hastalığı öğrenmesi, hastalık ile ilgili yanlış inanış ve beklentilerini değiştirmesi, ön yargıların azaltılması, sosyal ve istihdam olanaklarının artırılması ve aileleri de dahil olmak üzere kişiye gerekli saygı, sevgi ve kabulün gösterilmesidir. Umut ve çok yönlü tedavi ile iyileşmek ve yaşama aktif olarak üreterek devam etmenin mümkün olduğunu unutmamak gerekmektedir.

Dışarıda Güneş Var Güneş

 Peki ya ben gerçeği farklı görüyorsam, farklı duyuyorsam, farklı değerlendiriyorsam neden beni görmez, duymaz bu toplum? Hemen “nöbetçiler atın bunu dışarı” der?

Yaşadığımız toplumda şizofreni tanısı olan bireylerin birçoğu tedavisini doğru ya da ideal bir biçimde alamamaktadır. Toplum temelli tedavinin öneminin anlaşılmaması, şizofreni tanısı alan bireylerin büyük çoğunluğunu olumsuz yönde etkilemektedir. Toplum temelli olmayan tedavi biçimlerine bakınca, ilk olarak depo hastanelerde uygulanan yöntemler akla gelmektedir. Nedir bu yöntemler: ilaç, koğuş, yemekhane, televizyon.

Eskilerden bir müzik grubu olan ZeN' in Bakırköy Akıl Hastanesi’nde adlı albümünden “birazdan” şarkısının sözlerini paylaşmak isterim. Öncelikle grubu ve albümü tanıtalım. “Grup 1988’ de Boğaziçi Üniversitesi' nde kurulmuştur. Bu albüm 1999 yılında Bakırköy Akıl Hastanesi’nin Mazhar Osman isimli salonunda kaydedilmiştir. Doktorlar, hemşireler, hastabakıcılar ve grup elemanlarının birkaç arkadaşından oluşan bir kitleye çalınıp söylenmiştir. Tamamı grup elemanlarının hastanede yatıp çıkan arkadaşlarının söylemlerinden ve konserin olduğu salona da ismini veren ünlü psikiyatrist Ord.Prof.Mazhar Osman Uzman' ın kitaplarından yola çıkarak hazırlanmış bir albümdür.
 
"Zaman ilerliyor
Vakit geçiyor
Birazdan bitirmemiz lazım
Birazdan (birozdan) bitirmek lazım
Herkesin yerine dönmesi lazım
Birazdan yine akşam olacak
Birazdan yine gece gelecek
Herkes yatacak
Herkes uyuyacak
Herkes rüya görecek rüya
Herkes bu gece rüya görecek rüya
Birazdan duracağız
Siz hepiniz gideceksiniz
Herkes yerini bulacak
Burada yatağı olmayan var mı
Herkesin yatacak bir yatağı var mı
Herkesin görecek rüyası kaldı mı
Herkesin bir rüyası var mı
Dışarda güneş var güneş
Perdeleri açın bakın
Dışarıda güneş hava gayet aydınlık
Perdeleri açın açın
Perdeleri açın
Perdeleri açın bakın
Dışarda güneş var güneş
Dışarda güneş var güneş
Dışarda güneş var güneş
Perdeleri açın bakın "

Bu sözler kapalı kurumlarda yaşamın nasıl göründüğünü duyumsayabilmeye, empati kurabilmeye yardımcı olacak niteliktedir. 1979 yılına ait Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi video arşiv görüntülerini inceleyince o dönemde bile "40 yıl önce yapılmış binaların dönemin modern tıbbının ihtiyaçlarını karşılayamayacak nitelikte olduğunun, büyük sorunlardan bir tanesinin  bu depo hastanelerde kalan 2500 kişinin nereye verileceğinin belli olmadığının, tedavi imkanının bittiğinin, ailenin unuttuğu, terkettiği bu kişilerin yaşamlarının sonuna kadar hastanede bakıma muhtaç oldukları" yönünde açıklamaların yapıldığını görmekteyiz. Bu kayıt 42 yıl önceye aittir ve kayıtta da 40 yıldır sistemin aynı olduğu söylenmektedir. En basit tabiriyle 1 asırdır değişmeyen bir tedavi yönteminden bahsediliyor. Daha doğrusu şöyle soralım: bu bir tedavi midir?

Peki hala neden değişmiyor bu yöntemler? Günümüzde Toplum ve Ruh Sağlığı Merkezleri biraz daha aktif durumda ancak şizofreni tanısı almış bireylerin yakınlarının söylemlerine göre bu merkezlerde ağırlıklı ilaç takibi yapıldığı, buraların da aslında yeterli olmadığı yönündedir. Bu yüzden aileler için bazen bir alternatif olmaktan uzak olabilir. Elbette kapalı kurumlarla bir tutamayız ama toplumun her kesiminden insanın, burada etkin katılımcı bir rol üstlenmesi gerekebilir. Toplum ve Ruh Sağlığı Merkezleri toplum gözünde olumlu bir konuma getirilerek; toplum içi tedaviler bu merkezlerde bir uygulama alanı olarak konumlandırılabilir. Bunun için de gönüllülük çerçevesinde  her kesimden insanın katılımı merkezlerin işlevselliğine katkıda bulunabilir. Tüm bunlar da ülkenin hem ekonomik hem kültürel gelişmişlik boyutuyla ilgilidir. Bu yönde örnek projeler geliştirilmesi oldukça güzel sonuçlara kapı açabilir. Farklı alanlarda atölyeler düzenlenip, ruhsal tedavi gören bireylerin kendini daha çok ifade edebileceği ortamlar yaratılması önemlidir. Örneğin şizofreni tedavisi gören bireylerin bir oyun yazıp, sahneleyeceği şekilde tiyatro çalışmaları yapılabilir. Kısa film senaryoları ve oyunculuk, kurgu, montaj her şeyi tedavi gören bireylerin yapacağı şekilde ele alan film atölyeleri kurulabilir. Müzikle terapi çalışmaları yapılabilir. Üretilen eserler açık havada halka sunulabilir. Bu yönde çalışmalar yapan TRSM örnekleri mutlaka vardır. Örneğin Yasemin Şenyurt, İstanbul' da bir TRSM' nin edebiyat atölyesi olduğunu ve "TRSM yazıyor" adında bir yayınları olduğu bilgisini verdi. Bu örneklerin toplumumuzda çoğalması dileğiyle..

Şizofreninin birçok nedeni olabilir. Ancak nedeni ne olursa olsun önemli olan şizofreninin iyileşme, iyileştirilebilme potansiyeli taşıdığının bilinmesidir.
Bizler iyileştirici olabiliriz. Şizofreni tedavisi gören bir bireyin elini tutan sadece psikiyatristi ya da ailesi olmamalıdır. Mavi At’ın yaptığını hepimiz yapabiliriz. Kapalı kurumlardan kirli çamaşırları değil, insanları çıkaran Mavi Atlara dönüşebilmemiz mümkün!
Çünkü: 
Herkesin bir rüyası var, Dışarda güneş var Güneş, Perdeleri açın bakın, Dışarıda güneş hava gayet aydınlık..”


Yazan: Sibel Aksüt
             30 Mayıs 2021


Kaynak

 



Şizofreni Tedavisinde Kullanılan İlaçlara Dair Merak Edilenler

Şizofreni nasıl tedavi edilir?

 İlk aşama, hekim danışmanlığında uzun süre düzenli olarak sürdürülmesi gereken ilaç tedavisidir. 

İlaç hemen etki eder mi? 

 İlaçların düzenli kullanımda beklenen etkiyi sağlaması için iki - üç haftalık bir süreye ihtiyaç vardır. 

İlaçla tedavide amaç nedir? 

ilaçla tedavi, rahatsızlığı çoğu zaman tamamen iyileştirmemekle birlikte, şizofreni belirtilerini yatıştırmakta, kontrol altında tutmakta, kişiyi çevresindekilerle ilişkilerinde daha iyi bir konuma getirmekte, nükslere bağlı sık hastane yatışlarının önüne geçerek kişinin evinden, ailesinden, alıştığı ortamdan uzak kalmasını önlemektedir.

 İlaçlar her gün alınmak zorunda mı? 

 Şizofreninin ilaçla tedavisi her gün düzenli olarak ağızdan alınacak ilaçlarla yapılabileceği gibi iki-dört haftada bir kalçadan yapılan iğnelerle de benzeri bir etki sağlanabilir.

 Yan etkileri nelerdir?

 En sık rastlanan yan etkileri: Gözlerin yukarı kayması, belde-boyunda kasılma, ağızda tükürük salgısının artması, halk arasında "Robot gibi oldu" diye tanımlanan yüz ifadesinde donukluk ve hareketlerde yavaşlama hali, huzursuzluk içinde yerinde duramama ve sürekli hareket etme isteği, elde -ayakta titremeler, güneş ışığına aşırı duyarlılık, görme bulanıklığı gibi belirtilerdir. İlaç kullanmaya başlamadan evvel ilacın yan etkileri hakkında hekimden bilgi istemek her insanın doğal hakkıdır.

 Şizofrenide kullanılan ilaçlar bağımlılık yapan, uyuşturucu ilaçlar mıdır?

 Bu ilaçlar uyuşturucu değildir, bağımlılık yapmazlar. Sık sık dile getirilen "ilaçlar uyuşturuyor" düşüncesi bu ilaçların uyuşturucu olduğu anlamında değil, ilaç alanların, ilacın etkisine bağlı olarak yaşadıkları duyguları sıklıkla "uyuşukluk” olarak tanımlamalarıyla ilgilidir. Biperiden (Akineton) ise şizofreninin tedavisinde değil, şizofreni ilaçlarının yan etkilerini gidermek için kullanılmaktadır. Tedavide kullanılmaya başlayan yan etkileri düşük ilaçlarla birlikte Akineton gibi kötüye kullanıma açık ilaçlara gereksinim giderek azalmaktadır. 

Şizofrenide ilaç tedavisi tek çare midir?

 Hayır. Şizofreni rahatsızlığının tedavisinde ilaç tedavisi mutlaka gereklidir; ancak diğer tedavi yöntemlerinin uygulanmasında da yarar vardır.

Tedavi seyri nasıl etkiler?

 1950'li yıllardan itibaren kullanılmaya başlanan ilaçlar sayesinde, şizofreninin seyri olumlu yönde önemli bir değişim göstermiştir. 1950 öncesi dönemde rahatsızlığı olanların %80'i ağır bir durumda, kötü koşullardaki hastanelerde çok uzun bir süre bulunurken günümüzde kullanılmakta olan ilaçlar sayesinde, rahatsızlığı olan kişiler hastanelerde daha kısa süre kalmakta ve yaşamlarını toplum içinde alıştıkları ortamlarda sürdürebilmektedirler. Bir başka önemli husus da, rahatsızlığın başlangıcı ile hekime başvuru anı arasındaki sürenin uzamasının rahatsızlığın neden olduğu ruhsal - toplumsal olumsuzlukları artıracağı ve tedaviyi olumsuz şekilde etkileyeceği konusudur. Bu nedenle, erken müdahale önem taşımaktadır.

İlaçlar hangi belirtilerde etkilidir? 

 Klasik olarak nitelendirilen ilaçlar, şizofrenisi olan kişilerde görülen varsanıların, hezeyanların, saldırganlık düzeyinde ortaya çıkan bazı davranış bozukluklarının ortadan kaldırılmasında rol oynarlar. "Atipik antipsikotik" adı verilen ilaçlar ise, yukarıda sayılan belirtilerin yanı sıra içe kapanma, toplumdan uzaklaşma, aldırmazlık, ilgi ve istek eksikliği, duygusal küntlük, iletişim kurmama, kendine bakımda azalma gibi belirtiler üzerinde etkilidir.

 İlaçlar hemen etki eder mi?

 Hayır. Seçilen ilacın etkinliğinin yeterli olup olmadığı hakkında kesin bir kanaat oluşturması için, uygun dozla kullanımda 4-6 haftalık bir süreye gereksinme vardır. Belirtilen süre içinde istenen sonuç alınamazsa ya da yan etkiler nedeniyle tedavi erken sonlandırılmak zorunda kalınırsa, yeni bir ilaca geçmek gerekir. 

Çok sayıda ilacı birlikte kullanmak hızlı iyileşme sağlar mı? 

 Şizofrenide kullanılan ilaçların çoğunun ya da hepsinin aynı reçeteye yazılması, yan etki riskini artırmaktan başka bir işe yaramaz; çünkü bu ilaçların önemli bir bölümü benzer etki mekanizmasına sahiptir. Bazen hezeyanlar ve varsanılar için ayrı, uyku düzenini sağlamak için ayrı bir ilaç verilebilse de kullanılan ilaç sayısının artışı durumunda yapılan tedavinin güvenilirliği zedelenir. Tedavide amaç, yan tesire yol açmadan rahatsızlığı tedavi edecek dozu bulabilmek ve bu dozda tedaviyi aksatmadan sürdürmektir. 

Uzun süre ilaç kullanımında amaçlanan nedir? 

 Şizofreni yineleme özelliği gösteren bir rahatsızlıktır. İlaçlar, halihazırdaki belirtileri yatıştırarak, çoğu zaman rahatsızlığın hastaneye yatmadan tedavisine imkan sağlamalarının yanı sıra hastalığın yineleme olasılığını da azaltırlar ve diğer tedavi yöntemlerinin uygulanmasına olanak sağlarlar. Ayrıca, kişinin rahatsızlığından dolayı bazı yetilerini yitirmesini de en aza indirirler. Tedavide etkili olan ilaçların bulunması, hastaların hastaneye yatmak zorunda kalmaksızın evlerinde tedavi edilmelerini sağlamış, depo hastanelerin tarihe karışmasında önemli bir rol oynamıştır. Hastaneye yatış tedaviyi kolaylaştırmakla beraber, şizofreni tedavisinin esası, zorunlu olmadıkça hastanın yaşadığı ortamdan uzaklaşmadan tedavisinin sürdürülmesine dayanmaktadır. 

Uzun süre ilaç kullanmak ilaçlara karşı bir bağımlılık yaratır mı? 

 Hayır. Şizofreni tedavisinde kullanılan ilaçlar, kesinlikle uyuşturucu değildirler ve bağımlılık yapmazlar. Antipsikotik ilaçları kullanan kişiler, ilaçların kendilerini uykuya meylettirdiğinden, beyinlerine uyuşukluk ve vücutlarına ağırlık verdiğinden yakınabilirler. Bu yakınmalar ilaçların olumlu etkilerinin değil, yan etkilerininin bir sonucudur. Böyle durumlarda hekime danışılarak tedavinin daha uygun bir doza ya da yeni bir ilaca yönelik olarak değiştirilmesi sorunu çözer. 

Bütün ilaçlar yan etki gösterir mi?

 Hemen hemen bütün ilaçların yan etkileri vardır. Yan etkiler, ilaçların etki mekanizmalarına ve kullanılan dozlarına bağlı olarak değişir. Ancak şizofreni tedavisinde, özellikle son yıllarda sinir sistemi üzerine yan etkileri oldukça az olan ve yukarıda 'atipik' olarak söz edilen ilaçlar daha yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Yan etkiler ilacın kesilmesini gerektirir mi?

 Hayır. Rahatsızlık düzeyine, yaşa, bünyeye göre ilaç seçimi ve doz ayarlaması yan etkileri en aza indirir. Bazı yan etkilerin önlenmesi için, bir süreliğine yardımcı ilaçlar (Akineton, Sormodren vb.) kullanılabilir. Gerekirse doz azaltılabilir ya da başka bir ilaca geçilebilir.


Hazırlayan: 

Emsal DİRLİK

Kaynak:

http://sizofrenifederasyonu.org/

Görsel:

https://www.nami.org/Blogs/NAMI-Blog/March-2017/How-Should-We-Be-Treating-First-Episode-Psychosis




Nedir, Ne Değildir? Şizofreniye Genel Bir Bakış


Şizofreni, düşünce, algılama, duygu ve davranışta bir dizi soruna yol açan; belirti bulgu, gidiş, sonlanım ve tedavi bakımından çeşitlilikler gösteren, tanı almış bireyler ve yakınları için pek çok açıdan zorlayıcı durumlar oluşturan ruhsal bir rahatsızlıktır (Soygür ve Alptekin, 2015).
Şizofreni tanısı almış bireyler günlük gerçekliklerden uzaklaşarak sanrıların, varsanıların (halüsinasyonlar) olduğu bir hayata geri çekilebilirler. Belirtiler kişiyi düşünme, hissetme, davranış biçimi dahil olmak üzere her yönüyle ele geçirir. Bu belirtiler de kişinin bir işi sürdürebilmesinde, özerk bir şekilde yaşamasında; insanlarla iletişiminde ve yakın ilişkilerinde aksamalara neden olabilir. Ruhsal Hastalıkların Tanı ve Sınıflamasının 5. sürümüne göre (DSM-5) şizofreni tanı ölçütleri şunlardır: Bu belirtilerden en az ikisi en az bir ay süredir olmalıdır:

Sanrılar (düşünce bozuklukları) 
Varsanılar (algı bozulmaları)
Dağınık düşünceler (dağınık çağrışımlar, konu dışı sapmalar, tutarsız düşünce yapısı)
Hareket ve davranışlarda uygunsuzluk (dağınık ya da donakalımsal hareketler, davranış bozulması)
Duygulanımda donuklaşma, düşüncede yoksullaşma, istenç( irade) azalması.

Şizofreni tanısı için mevcut olması gereken tek bir temel belirti yoktur. Dolayısıyla şizofreni tanısı almış bireyler birbirinden oldukça farklı olabilirler. Araştırmacılar 30 yıl kadar önce, belirtileri pozitif ve negatif olmak üzere ikiye ayırmıştır. Daha sonra özgün pozitif belirtiler alanı kendi içinde pozitif (varsanılar ve sanrılar) ve dağınık (dağınık konuşma ve davranış) olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Pozitif negatif ve dağınık belirtiler arasındaki bu ayrım etiyolojik araştırmalar ve tedavi için oldukça yol gösterici nitelikte olmaktadır.
Şizofreninin klinik belirtilerini yakından incelediğimizde, düşünce içeriğindeki bozulmaların baskın olduğunu görürüz. Kötülük görme, alınma, büyüklük ve etkilenme sanrılarına rastlanır. Kişide, konuşanın kendisi olmadığını, örneğin uzay üssünden gönderilen sinyalleri beynindeki bir cihazın söze dönüştürerek konuştuğunu söyleme şeklinde sanrılar görülebilir. Bir kişide bunun gibi birden fazla sanrı olabilir. Birey bu sanrıların etkisindeyken, daha savunmacı, öfkeli, gergin olabilir; kişide kaçma ya da saldırgan davranışlar görülebilir. Sanrılarına uygun ya da uygunsuz varsanılar da görülebilir. Düşünce, duygulanım ve davranışlarında dağınıklık olabilir (Yıldız,2018). Bunlar pozitif belirtilerdir. Negatif belirtilerden duygulanımda küntleşme ise bireyin duygusal yanıtında yüz ifadesinde ve duygularının düzenlenmesindeki azalmayla birlikte iletişim kurma amacıyla kullandığı el kol hareketlerindeki azalmayla kendini gösteren bir bulgudur (Soygür ve Alptekin, 2015 :11). Diğer bir belirti anhedoni yani bireyin haz ve zevk alma yetisini yitirmesidir. Bir diğer belirti toplumdan uzaklaşmadır. Avolüsyon ise bir işi başlatma, devam ettirme, sonlandırma yetisinin ortadan kalkması olarak tanımlanır. Başka bir belirti olan aloji, konuşmanın akıcılığının kaybı olarak tanımlanır. Bu negatif belirtiler dışında da bilişsel bozukluğa ilişkin belirtiler, agresif ve hostil (düşmanca saldırganlık), depresyon ve anksiyete belirtileri görülebilir.

Davranışsal bozulmaları fikirlerin mantıklı bir şekilde ilgili olmadığı bozulmuş düşünce; hatalı algılama ve dikkat; duygu ifadesinin eksikliği ve uygunsuz duygu dışavurumu; darmadağınık bir görünüm gibi devinim ve davranışta görülen bozukluklar olarak ifade edebiliriz.
Bu belirtiler  kişinin şizofreni tanısı almasında birer ölçüttür. Ancak her bireyin hikayesi farklı olduğundan sadece bu belirtilerle bir kişiye doğrudan şizofreni tanısı koymak da doğru bir yaklaşım olamayacaktır.
Kişi bu belirtilerden kurtulmak için madde (kötüye) kullanımına başvurabilir; bu yüzden şizofreni tanılı bireylerde madde kötüye kullanım oranı yüksektir. Şizofreni tedavisi gören bireylerin neredeyse %90'ı nikotin bağımlısıdır diyebiliriz. Madde kullanımı şizofreninin seyrini, tedavisini olumsuz yönde etkiler.

Şizofreni nedir sorusunun yanında “ne değildir” üzerinde durmak da oldukça önemlidir.
Şizofreni, taşkınlık belirtileri nedeniyle iki uçlu bozukluk ( mani), şizoaffektif bozukluk ve başka beyin hastalıklarının ruhsal sonuçlarıyla karışırken, yoksunluk belirtileri nedeniyle de sıklıkla depresyonla karışmaktadır (Yıldız,2018). Ayırt edici tanı uzmanlık işidir. Burada yapılacak gözlemler çok önemlidir. Sıklıkla olmasa da iki uçlu duygudurum bozukluğu daha sonra şizofreni olarak tanılanabilir. Aynı şekilde şizofreni tanısı almış bir kişi de sonradan farklı bir beyin hastalığına bağlı psikotik bozukluk tanısı alabilir.

Şizofreni bir kişilik bozukluğu, kişilik bölünmesi (çoklu kişilik bozukluğu), zeka geriliği, iki uçlu bozukluk (manik depresif psikoz), şizoaffektif bozukluk, sanrılı bozukluk, kısa psikotik bozukluk, maddeye bağlı psikotik bozukluk, otistik bozukluk, tıbbi hastalıklara bağlı bozukluk (epilepsi, beyin tümörleri AIDS, hipertiroidi..) “değildir”.

Şizofreni doğrudan bizim insan oluşumuzu sağlayan beyinsel yapı ve dizgelerin örgütlenme sorunudur. Bu yapıların olağan, beklenen oluşumunu bozan, engelleyen bir süreçtir. Dolayısıyla şizofreni, insanın varoluşundan, bağımsızlığından benliğinden geleceğinden çalan ruhsal bir sorundur diyebiliriz (Yıldız,2018).

Şizofreninin nedenine dair henüz netlik kazanılmış çalışmalar yoktur. Ancak öncelikle dikkat çeken belli bazı başlıklar üzerinde durabiliriz.
Genetik etkenlerin şizofreninin oluş nedenleri içinde önemli bir payı olduğu düşünülmektedir. Şizofreni tedavisi gören kişilerin birinci derece yakınlarında ve çift yumurta ikizlerinde şizofreni görülme oranı 4-5 kat daha yüksektir. Ancak yine de genetik etmenlerin vakadan vakaya farklılık gösterdiği düşünülmektedir. Herhangi bir gende ya da genlerde olduğu gibi genetik etmenler çevre aracılığıyla etkisini göstermektedir. Bu nedenle gen-çevre etkileşim çalışmaları şizofreniye olan genetik katkının doğasını açıkça saptamaya daha çok yardımcı olmaktadır.
Çevresel risk faktörleri etkili olmuştur. Yaşamın erken dönemindeki çevresel risk faktörleri örneğin doğum mevsimi bir etkendir. Kış sonu, bahar başlangıcı gerçekleşen doğumlarda şizofreni tanısı konulma ihtimali daha yüksek olabiliyor.
Baba yaşının büyük olması ile artan hatalı mutasyon oranları arasındaki ilişkinin gösterilmesi bu konuya dikkatleri çekmiştir.
Gebelikte beslenme bozuklukları: özellikle savaş ve kıtlık dönemlerinde beslenme bozukluğu yaşamış annelerin çocuklarında risk saptanmıştır.
Gebelikte geçirilen enfeksiyonlar: influenza, rubella, herpes simpleks tip 2 ve toksoplazma gondii infeksiyonları ile çocukta şizofreni ortaya çıkması arasında ilişki bulunmuştur.
Gebelikte strese maruz kalış: anne adayının uğradığı stresin riski artırdığına ilişkin kanıtlar mevcuttur.
Gebelik ve doğum sürecindeki komplikasyonlar: diabet, düşük doğum ağırlığı, Rh uyuşmazlığı, düşük baş çevresi, acil sezeryan artmış risk ile ilişkili bulunmuştur.
Gelişim döneminde risk göstergesi olarak preşizofrenik özellikler: erişkinlikte şizofreni geliştirecek çocukların yaşıtlarına göre motor, bilişsel, sosyal işlevselliklerinde farklılıklar saptanmıştır.

Dopamin, vücutta doğal olarak üretilen bir kimyasaldır. Beyinde dopamin reseptörlerini aktive ederek nöroiletici olarak görev yapar. Buradaki dengesizlik yani dopamin fazla salınımının şizofrenideki etkisi yıllarca araştırmaların odağında olmuştur; ancak sonraki bulgularda araştırmacılar tek bir nöroileticinin şizofreniyi tamamen açıklamayacağı sonucuna varmıştır. Serotonin, GABA ve glutomat gibi diğer nöroileticiler de araştırmaların odağındadır. Beynin birkaç bölgesi şizofreni ile ilişkilidir. En yaygın tekrarlanan bulgulardan biri genişlemiş ventriküllerdir. (beyindeki boşluklar) Başka araştırmalar prefrontal korteksin (ön beyin) özellikle bu bölgenin azalmış aktivasyonunun da şizofrenideki rolünü desteklemiştir.

Yaşamın ilerleyen yıllarındaki aday risk faktörleri:

Madde kötüye kullanım genetik yatkınlığı olan bireylerde psikotik atak geçirme riski yüksektir. Ailede kullanım yüksekse kişide bu risk artmış olarak kendini gösterir. Ergenlikte yoğun kannabis( esrar) kullanımı daha sonra şizofreni ve benzeri bozukluk gelişme riskini artırmaktadır.
Sosyal biyoloji : düşük sosyal sınıflarda bulunma ile en çok ilişkili olan bozukluğun şizofreni olduğu tespit edilmiştir. Bu durumun tanı konulma oranını 5 kat arttırdığı ileri sürülmüştür.
Doğum yeri ve yetişme kentte doğup büyüyenlerde, kırsal kesimde yetişenlere göre risk artmış olarak bulunmuştur.
Travma ve strese maruz kalış yaşam olayları ile şizofrenide nüks ile ilişkili durumlar tespit edilmiştir. Çocukluk çağı travmaları önemli bir etkendir.

Şizofreni tedaviyle kontrol altına alınabilecek ruhsal bir rahatsızlıktır. Bu tedavide etkili tek yöntem ilaç değildir. Yani sadece ilaç tedavisi yeterli bir bakış açısı olamayacaktır. İlaç tedavisine eklenen ruhsal toplumsal tedavilerin belirtiler ve toplumsal işlevsellik ile yaşam kaliteleri üzerindeki etkileri yadsınamayacak boyuttadır. Şizofreni konusunda ailenin de eğitim alması, suçluluk duygularının giderilmesi, beklentilerin neler olabileceğinin belirlenmesi, tedavi gören bireye karşı olumsuz tutum ve davranışların giderilmesi, iletişimde düzenlemeler ailenin üzerinde durması gereken ana konularıdır.
Tüm bunlar hem şizofreni tedavisi gören bireylerin hem de yakınlarının ruhsal iyi oluşlarına katkıda bulunacaktır.

Hazırlayan: Sibel Aksüt

Kaynaklar:

Kring, Ann M., Johnson, Sheri L. Anormal Psikolojisi, Şahin, M. (Çev. ed.), Nobel Akademik Yayıncılık ,2019

Yıldız,M. Şizofreni, Hastalığı Anlamak Ve Onunla Yaşamayı Öğrenmek, Umuttepe Yayınları, 2018

Soygür, H. ve Alptekin, K. (2015) Şizofreninin belirtileri ve tanı,
Bilim ve Ütopya Dergisi sayı:256, Ekim 2015


Bilinmezliğin Karşısında Durmak / Yasemin Şenyurt

 

Fotoğraf:  Jeryy Uelsmann 

Gerçeklik mi rahatsız edicidir yoksa hayaller mi? Hayaller insanda hep olumlu çağrışımlar yaratsa da insanın içini sıkıştıran hayalleri de olmuştur ve olacaktır. İnsanın hayallerden kaçıp gerçekliğe sığınma isteğini hiç duymamış olabilirsiniz ama herkes en az bir kez gerçeklerden kaçıp hayallere sığınmak isteğini dile getirmiştir hayatında. Aslında hayallerden köşe bucak kaçıyor olan kişilerle de az karşılaşmış olduğumuz için mi biz ruhumuzun derinliklerine şöyle bir bakıp üstünü örtüyoruz?

Ruhumda neler olup bittiğini fotoğrafla anlamak isterken yine Uelsmann ile karşılaşıyorum. O büyük kayanın uyuyan ve gülümseyen kadının yakınına düşecek olması içimdeki çığlığı daha da içeri bir yere atıyor.

O kayanın farkına vardığımda uyuyan kadına seslenmek istiyorum. “Kalk oradan hemen şimdi” demek istiyorum. Boğazımda hissediyorum kayayı. Kadının saçlarına bakakalıyorum. Uelsmann’ın karar anı karanlık odada başlıyor. Karanlık odadan, insana dair düşündüren hayaller üretmenin peşine düşmemişti bence Uelsmann. Gerçeğin rahatlığı karşısında rahatsız olmuş olmalıydı.

Peki ama o kadın rüyasında o kayanın kendi üzerine düşeceğini görüyor ve buna rağmen gülümsüyorsa? Fotoğrafa böyle baktığımda bilme sevgisi olan felsefenin elimden tuttuğunu biliyorum. Fotoğraftaki kadın belki kendisine yaklaşan o kayayı bir yüz olarak algılıyor ve gülümsüyor. Gülümsemesinin neden kaynaklandığı soru işareti olarak kalacak.

Günlük güneşlik bir havada çimenlere uzanıp havanın tadını çıkarırken sesler duysanız ve arkadaşınıza sesleri duyduğunuzu söyleseniz ve o da bu sesi duymadığını söylese ve aslında sizden başka hiç kimse o sesi duymamış olsa kendinizi yalnız ve çaresiz hissedebileceğiniz gibi- hayallerin rahatsız edebileceğine dair bir örnektir bu- özel ve farklı da hissedebilirsiniz.

Kaya bir sestir, görüntüdür ya da az sonra gerçekleşecek bir felakettir. O kadının bu felaketten habersiz uyuyan bir kişi olduğunu düşünmüyorum. İnsanın içini sıkıştıran hayalleri ya da felaketleri hep olacak. Belki de gerçeğe ya da hayale sığınarak sadece zaman kaybediyoruz.

Gerçekler de hayaller de sığınmak için değildir. Gerçekler de hayaller de insanın yanı başında duran ve her an gerçekleşebilecek olan ölüm karşısında bazen zayıf kalan bazen güçlü olan yaratma kaynaklarıdır.

Yazan: Yasemin Şenyurt

Ruh Sağlığında İyileşme Kitabına Dair Düşüncelerim / Burak Berkol

 



Ruh Sağlığında İyileşme kitabıyla ilgili beğendiklerim; tanım olarak iyileşmenin klasik- tamamen normalleşme kriterlerine uyularak gerçekleşmesi fikrinin çürümeye başlamasının belirtilmesi beni umutlandırdı. Böylece insan ‘standart’ olarak normale dönmese de iyi olabiliyor. Buradan anlıyorum ki, tamamen olmasa da birçok iyilik sağlanabileceği bana güç verdi. Umudun kendisi bile iyileşmeye yardımcıdır. Ayrıca kendi iyileşme sürecinin kontrolünü ele almak, hayattaki olumlu yönleri görmeye çalışmak, az bile olsa iyiye gitmek, iyileşme için sağlam altyapı oluşturma, doğru destek ve tedavi bulmak, uğraş, amaç edinmek gibi fikirler aklımda belirdi. Ayrıca kişiye yönelik destek programlarının (Türkiye’de olmasa bile) var olduğunu bilmek güzel. Kitapta şizofreni ve diğer bio-psikolojik hastalıklar, tedaviye uyum, ehliyet/yeterlilik, zorla/istem dışı tedavi hakkında sunulan bilgilerin faydalı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca damgalama ve ayrımcılığa yer vermesi tamamlayıcı bir kitap haline gelmesini sağlamış.

İyileşmenin temel etmenleri olan şu derlemeler özellikle hoşuma gitti:

-          Tavsiye almaktan değil, dinlemekten oluşan destek aramak;

-          Olumlu ve destekleyici olan; ancak aynı zamanda açık sözlü ve daha iyisini başarması için kişinin sınırlarını zorlayan insanları bulmak;

-          Akranlara danışmak ve onlarla fikir alışverişinde bulunmak;

-          Stresi azaltmak ve rahatlama teknikleri uygulamak (nefes almak, zihinde canlandırmak);

-          Egzersiz yapmak (yürümek, bisiklete binmek, yüzmek);

-          Yaratıcı ve eğlenceli aktiviteler (okumak, el işleri, sanatsal çalışmalar, müzik);

-          Günlük tutmak

-          Beslenme alışkanlıklarını değiştirmek (kafein, şeker ve yağdan kaçınmak);

-          Dışarı çıkmak ve sadece doğaya bakarak (kuş, ağaç, çocuk, kedi, çiçek vs.) yürümek veya izlemek;

-          Olumsuz düşünceleri olumlu düşüncelere dönüştürmek;

-          Kişinin ortamındaki uyaran düzeyini arttırmak ya da azaltmak;

-          Özellikle de zor zamanlarda günü yapılandırmak;

-          Belirtileri fark etmek ve kontrol altına almak için gayret etmek

Yasemin’in hikayesi etkileyici ve onun bunu bizimle paylaşması ve damgalayıcı tutuma sahip bir dünyaya aldırış etmeden bunu açıklaması çok büyük olgunluk. Bizimle ilgilenmesi ve herkese yakınlığı takdir edilecek bir şey. Felsefe eğitimi almış olmasını ve şiir gibi sanatsal bir alanla mutlu olmasını önemsiyorum.

 

                                                                                                            Burak Berkol

Volga Volga Film Gösterimi

 Merhaba,  4 Ağustos Cuma akşamı saat 19:00'de Mavi At Kafe'de film gösterimi var. Bekliyoruz. Katılım için lütfen şu linki doldurun...