Şizofreni Dernekleri Federasyonu

Ruh Sağlığı Sorunu Olan Kişi Hakları Bildirgesi

Küresel bir kuruluş olan ve 250.000 psikiyatristi temsil eden Dünya Psikiyatri Birliği (WPA), BÜTÜN hükümetleri, ruhsal hastalığı/ruhsal yetiyitimi/ruh sağlığı sorunu olan kişilerin ruhsal durumları nedeniyle ayrımcılığa maruz kalmamaları ve diğer vatandaşlarla eşit biçimde tüm haklardan yararlanmaları ve onlara tam bir vatandaş olarak davranılmasının garanti altına alınması için çağrı yapmaktadır.
Dünya Psikiyatri Birliği, uluslararası toplumun çeşitli insan hakları anlaşmaları ve sözleşmeleri aracılığıyla ifade ettiği çabaları ve özellikle Birleşmiş Milletler’in Engellilerin Haklarına İlişkin
Sözleşmesi’ni desteklemektedir. WPA ruhsal hastalığı/ruhsal yetiyitimi/ruh sağlığı sorunu olan kişilerin haklarını savunma ve uygulama yeterliliği olduğunu, dolayısıyla, diğer vatandaşlarla eşit
muamele görmeleri gerektiğini tekrar vurgular. Aşağıdakilerle sınırlı olmaksızın, haklar şunlardır:

1. Düşük maliyetli, ulaşılabilir ruhsal ve fiziksel sağlık hizmeti hakkı

2. Toplumdaki diğer bireyler gibi bağımsızca yaşama hakkı

3. Diğer bireyler için de geçerli olan, pozitif ayrımcılığı da içeren çalışma, çalışma olanakları ve işte korunma hakkı

4. Gıda, barınma, giyinme ve diğer temel gereksinimleri karşılayacak yeterli gelir hakkı

5. Erişilebilir, tamamlanmış, uygun fiyatlı konut hakkı

6. Diğer vatandaşlar gibi eğitim ve öğretim hakkı

7. Serbest dolaşım hakkı ve seyahat özgürlüğü kısıtlamalarının kaldırılması

8. Mülk almak, miras yoluyla mülk edinmek ve elden çıkarmak hakkı, ve bu hakkı kullanmak için uygun desteğin sağlanması

9. İhtiyaç olduğunda ek destekle, evlenme, çocuk sahibi olma/evlat edinme ve aile kurma hakkı

10. Geleceğini belirleme ve kendi yaşam seçimlerini yapma hakkı

11. Seçme ve kamusal görevlere seçilme hakkı

12. Kanun önünde diğer vatandaşlarla eşit olma ve kanun tarafından korunma hakkı

13. Acımasız, insanlık dışı, onur kırıcı tedavi ve cezaya maruz kalmama hakkı

14. Mahremiyet ve özel yaşam hakkı

15. Toplumdaki kültürel ve sosyal yaşantıya katılma ve kendi seçtikleri dine göre yaşama hakkı

Dinesh Bhugra
Dünya Psikiyatri Birliği Başkanı
Cenevre, İsviçre

Kaynak

Hazırlayan: Sibel Aksüt

Ruhsal Hastalıkların Medya Sunumu Önemli Midir?

Medya neden kalıp yargı ticareti yapıyor? Son günlerde medyada sıkça sansasyonel haberlerle karşılaşıyoruz. Haberlerin biri diğerini kovalıyor adeta derecesi konusunda rekabet ediyorlar. Bunların temelinde medyanın ticari kaygılar içinde hareket etmesinden dolayı gerçekçi bilgilerden ziyade oldukça dikkat çekici, olağandışı, okurlar/seyirciler tarafından kabul gören, daha önce denenmiş klişeleri kullanan, gerilim yaratan ve önyargılara oynayan ifadeler kullanmak yatmaktadır. Onlar için 'haber değeri' bu amaçları içeren maddi gelirden ibarettir. Özellikle şiddet ile ruhsal hastalıkları bir arada kullanmak artık kalıplaşmış, kemikleşmiş bir hale büründü. Kimi zaman ise (genel olarak güncel psikolojik rahatsızlıkları konu alan dizilerde) ruhsal hastalıkla alakalı gerçekleri aktarırken ekstra dramatize etme, Türk halkının drama olan rağbetinden faydalanma söz konusudur.
    Şimdi bir limonu ortadan ikiye kesin. Bir yarımını ağzınızın üzerine getirin ve sıkın. Ne hissettiniz? O ekşi tadı duyumsadınız mı? Yüzünüzü ekşi tat almışcasına buruşturdunuz mu? Yoga yaparken ya da klostrofobi ile mücadele ederken sizi bir sahil kenarına yürüyüşe götürürler. Denizin tuz kokusunu, tatlı tatlı esen yüzünüzü okşayan meltemleri, bastıkça ayağınızın altında dağılan ılık kumları, dalga seslerini hissedersiniz. Sizce neden? Çünkü beyin hayal ile gerçeği ayırt edemez. Hayallerimiz bazen yaşadıklarımız kadar gerçek gelir. Bu gerçekliğini daha önceki deneyimlerimizden ya da başkalarında görerek dolaylı yolla deneyimlediklerimizden alabilir.  Yani esasında şunları söylemek istiyorum:
Şizofreni tanılı bireyler saldırgan değildir. Onlar kendi hayatlarında oluşan boşlukları doldurmak adına kendilerine iyi gelen hayali durumlara sığınırlarken kendilerini hayali dünyanın tam ortasında bulurlar hepsi bu zannımca. Arkadaşı olmayan biri hayali arkadaşlar oluşturabilir, hayali birinden hoşlanabilir, kendisini şöhretli biri sanabilir. Gerçek hayattaki yoksunlukla başa çıkarken hayallerin mutlu etmesi onların bu düşüncelerini güçlendirir, hayali dünyanın içine daha da çekilirler. Şizofreni tanısı içerisinde mevcut olan başlıca bir semptom değildir saldırganlık, aksine oldukça nadir görüldüğü gözlenmiştir. Şiddet, aileden ve sosyal çevreden öğrenilen bir durumdur. Şiddete; Öfke kontrol problemleri, çevresel şartlar, şiddeti destekleyen kültür içinde yetişmiş olmak, ağır tahrik, madde kullanımı, bilinçli olmama hali gibi daha birçok faktör neden olabilir. Bir diğer boyutla, fizyolojik açıdan bakarsak şiddet; beynin kimyasından, beynin kendini koruma içgüdüsünden ta mağara dönemine varan kalıtsal olarak aktarılan ilkelliğinden, amigdalanın parlamasına engel olan beynimizin modern tarafına (prefrontal kortekse) yatırım yapmamış olmamızdan kaynaklanabilir. Bu durumda şiddet şizofreni tanısının dışında başka bir rahatsızlık olarak ele alınmalıdır. Şiddetin sadece ruhsal hastalıkla bağdaştırılması kalıp yargıları yenilemekten, yaygınlaştırmaktan başka bir şey değildir. 
    Ruhsal hastalıkların medya sunumu önemli midir? Araştırmalara göre yaklaşık olarak dörtte üçümüz ruhsal hastalığı olan birini tanıyoruz. Kendimize şöyle bir soru sormayı öneriyorum: Ruhsal hastalıkların medyadaki sunumu ruhsal hastalığa sahip tanıdığımız kişiye karşı olumsuz yönde bir çağrışım oluşturdu mu? Şüphesiz ki bazı evlerde televizyon sabah açılıp akşam yatmadan önce kapatılmaktadır. Bizim evimizde de öyle. Medyadaki bu kalıp yargılarla farkında olarak veya farkında olmaksızın muhakkak karşılaşmış olmalıyız. Benzer sunumları duya duya artık çoğumuzun zihninde, üzerinde durmasak bile farkında olmaksızın yer etmiş durumdadır. Araştırmaktan yoksun olup etraftan duyduklarına inanma eğilimleri olan kesimi de unutmamak gerekir. Medyanın  milyonlara ulaşabilen, kitleleri harekete geçirebilen gücünü küçümsememeliyiz. Yani gazeteler, televizyonlar, filmler/diziler, sosyal medya günümüzde toplumun büyük kısmının yaşamının bir parçası olmuşken medyanın önemi yadsınamayacak kadar çoktur. Bu nedenlerle medyanın imajı ve oluşturduğu algı çok önemlidir. 
    Peki, bu konuda neler yapılabilir? Aslında cevap o kadar da meziyetli değil. En temel yapılması gereken şey, haber diline ve içeriğine dikkat edilmesi olacaktır. Medya, haber paylaşımlarındaki dili haberi çekici hale getirmek için, habere konu olan kişilerin haklarını ihlal etmemeli; seçilen kelime, yüklenen anlam, roller üzerine dikkat edilmeli; ihtiyaçlar ve hakları ön plana çıkarmalıdır.   

Yazar: Emsal DİRLİK

Mavi Atın Hikayesi..Bir şehir, bir hekim, bir devrim

Trieste…
Akdeniz’de İtalya’nın Adriyatik kıyılarındaki bu küçük şehir pek çok insan için farklı çağrışımlar yaratabilir.
Bir edebiyatçı için, James Joyce ya da Italo Svevo’nun anılarıyla birlikte olmayı…
Sıradan bir turist için, eski Yugoslavya coğrafyasına ucuz yollu bir geçiş olanağı yaratmayı..Bir öğrenci için farklı kültürlerden ve farklı ülkelerden gelen öteki öğrencilerle bir hoşgörü ikliminde dolaşmayı…Deniz meraklıları için sıcak bir Akdeniz limanını…

Bir ruh hekimi için ise Trieste, toplum psikiyatrisi kavramının ilk kez yaşama geçirildiği bir devrimin coğrafyası olarak anlam kazanır.

Yetmişli yılların başında İtalya’da büyük akıl hastanelerinin kapatılmasını ve toplum içinde tedavi anlayışını amaçlayan bir hareket başlatılmıştı.1971’de Trieste’deki akıl hastanesinde 1200 hasta “yatıyor”du. İtalyan sağlık sisteminde o dönemde gerçekleştirilen reformla birlikte, ruh sağlığı bütçesinin % 94’ü toplum odaklı merkezlerin kurulmasına, sağlık ve sosyal hizmetlerin entegre edilmesine ayrıldı.Bu dönüşümün sonrasında, hastaların iş edinme oranlarında artış, işlevselliklerinde yükselme ve suç oranlarında azalma gözlendi.

1974 yılına gelindiğinde ise, hastanenin kilitli kapıları açıldı ve hastaların diledikleri zaman dışarı çıkmalarına fırsat verildi. Hastane yıkıldı ve hastane çalışanları ile halk ele ele vererek iki buçuk metre yüksekliğinde, ahşaptan mavi bir at yaparak hastanenin girişine yerleştirdiler.

Geçmişte hastane faaliyetteyken hastane çalışanlarından başka hiç kimsenin dışarı çıkma hakkı olmadığı kurumdan çıkmasına izin verilen tek canlı çamaşırhaneden kirli çamaşırları dışarı götüren bir attı.

Köklü değişiklikle birlikte bu at bir bakıma özgürlüğün ve toplumdan kopmamanın bir sembolü haline geliyordu.1980 yılında Dünya Sağlık Örgütü Trieste deneyimini şu sözcüklerle değerlendirmişti: “Ruh sağlığı merkezlerinin, grup evlerinin ve destekleyici toplum sisteminin sağlanması, akıl hastanesindeki yatak sayısındaki düşüşle eş zamanlı olmuştur.
Hastane koğuşlarının kapatılmasıyla hastane çalışanları ve hastalar toplumla bütünleşmiş, sorumluluğa ara verilmemiş ve adeta tedavi ekibi ve hastalar, büyük-depo akıl hastanelerinin ortadan kaldırılması (deinstitutionalization) girişimini birlikte gerçekleştirmişlerdir.

Bu etkileyici öykünün baş mimarı ise Dr. Franco Basaglia idi.Dr. Basaglia, psikiyatri eğitimini Padua Üniversitesi Nöropsikiyatri bölümünde tamamladıktan sonra on dört yıllık akademik kariyerini bırakarak Gorizia Akıl Hastanesinde yönetici olarak çalışmaya başlamıştı.Gorisa’da çalışırken çalıştığı hastanenin toplum temelli tedaviye yönelmesi için yaptığı ilk girişimler bir labaratuvarda büyük bir çalışmanın öncesinde yapılan ön hazırlıkları anımsatıyordu.Pek çok insan onu anti-psikiyatri akımının bir temsilcisi olarak değerlendiriyor; o ise kendisini “demokratik psikiyatri” akımının bir neferi olarak değerlendiriyordu.
Basaglia için özellikle önemli olan, hastayı geleneksel tanı ölçütlerinin dar sınırları içine yerleştirmek ve bununla sınırlı kalmanın ötesine geçebilmek ve hastaları birer insan olarak kavrayabilmekti.

Onu akıl hastalığı kavramını reddettiğini düşünerek eleştiriyorlardı ama o akıl hastalığını değil akıl hastalığının “etiketini” reddettiğini ifade ediyordu.
Basaglia için bizzat özgürlüğün kendisinin tedavi edici bir etkisi vardı.
Doğrudan doğruya “kapatılmak” ise bir bakıma “kurumsal nevroz” yaratıcı bir etken olarak kendisini gösteriyordu.

Hastaneler açık olmalıydı…

Basaglia için hastaların yaşadıkları mekanın kurum mimarisini yansıtmaması ve her birisi için gerekli kişisel alanı içermesi; hastalara kendilerini ifade edebilecekleri alanların sağlanması başlıca gereklilikti.
Her hasta kendi başına bir kimlik, kendi başına bir öykü, kendi başına kendi yaşam hikayesinin kahramanı idi…
Esas olan, onları yeniden bu kimlikle, bu öyküyle, bu kahramanlıklarıyla buluşturabilmekti.

Basaglia, ilk kez, 1977 Haziran ayında, hastaneden topluma geçişin temellerini attı.
Kurduğu Toplum Ruh Sağlığı Merkezi ile ilk bakışta ekonomik olarak “ateş pahası”, ancak orta ve uzun erimde yarar-zarar oranı yüksek olan bu uygulamanın manevi getirileri ise “paha biçilemez” nitelikteydi.

Trieste’yi görmedim.
Avrupa’nın güneyinde hoşgörünün ve özgürlüğün sembolü olan bu şehri görmek ve Mavi At’a gülümsemek istiyorum.
Basaglia’nın sesi şehrin sokaklarına bir özgürlük şarkısı gibi sinmiş olmalı…

Haldun Soygür

Uykusuz Çocuklar: Şizofreni Yazıları
Yazar: Haldun Soygür
Okuyanus Yayın 1. Baskı 
İstanbul, Nisan 2010


*Bu içerik Sibel Aksüt tarafından Şizofreni Dernekleri Federasyonu’nun internet sitesi aracılığıyla oluşturulmuştur.

Şizofreni Dernekleri Federasyonu’nun Tanımı ve İlkeleri



Şizofreni Dernekleri Federasyonu, ülkemizde ruhsal bozuklukların ortaya çıkmasını önlemeyi temel görev edinen koruyucu ruh sağlığı anlayışını toplumun her kademesinde yerleştirmek ve yaşama geçirmek; ruhsal bozukluklar ortaya çıktığında mevcut tüm tedavi olanaklarını hastalıktan muzdarip birey için seferber etmek ve tedavi sonrası bireyin sevmek ve üretmek kapsamındaki yetilerini ifade edebilmesi için olabilen en kapsamlı zemini oluşturmak ufku içinde çalışır.  Bu ufukla federasyonumuz, aşağıdaki öncelikleri görev edinmiştir:

• Şizofreni hastalarının ve diğer ruhsal hastalıkların tedavisini, rehabilitasyonunu, hasta ve hasta yakınlarının dayanışmasını ve toplumun desteğini sağlamak,

•Hastaları toplum dışına iten damgalayıcı anlayışlara karşı mücadele etmek, hastaların yasal hakları konusunda bilgilendirme çalışmaları yapmak ve şizofreni ile ilgili bilimsel çalışmalara destek vermek

•Hasta veya hasta yakını olarak hastalıktan etkilenen bireylerin moralini olabildiğince yüksek düzeye çıkarmak ve bunu devam ettirmek;

•Hastalığın sebep olduğu işgücü/emek, üretim, zaman ve diğer ekonomik değer kayıplarını en aza indirmek, kişilerde ruhsal, fiziksel ve sosyal iyilik halinin oluşumuna katkı sağlayarak toplumsal fayda oluşturmak;

•Hastaların hastane ve ev bakımı dışında da sosyal yaşama uyum sağlayabilmeleri ile ailelerin de ortak sorunlar etrafında bir araya gelebilmeleri ve yardımlaşma, paylaşım ve dayanışma için örgütlü davranmayı yönlendirmek ve toplumsal kaynakları harekete geçirmek

•Hasta ve hasta yakınlarının sorunlarını rahat bir ortamda tartışıp çözümler üretebilmelerini sağlamak, yararlı olacağı düşünülen çeşitli uğraşı, eğlence ve aktiviteler düzenlemek,

•Federasyon üyesi dernek üyelerinin yiyecek giyecek gibi zorunlu ihtiyaç maddelerini ve diğer mal ve hizmetlerle, vadeli kredi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla sandık kurmak.

•İlaç ve tedavi, sosyal güvenlik ve sosyal yardım hakları konusunda bilgilendirmeler yapıp çözümler üretmek, hastaların iş eğitimine destek vermek, sosyal ve mesleki rehabilitasyon konularında çalışmalar yapmak,

•Tedavi ve rehabilitasyon için gereken tesisleri kurmak; bu amaçla başka kurum, kuruluş ve kişilerle işbirliği yapmak, geliri amaç doğrultusunda kullanılmak üzere işletmeler kurmak ve buraları sosyal uyumlandırma amacıyla hasta ve hasta yakınları için çalışma merkezleri olarak düzenlemek ve kullanmak,

•Amacı doğrultusunda her türlü taşınır ve taşınmaz malları iktisap etmek, kiralamak ve bunları tasarruf etmek,

•Hasta ve hasta yakınlarına sorunları için genel olarak hukuki yardım ve yol göstermelerde bulunmak,

•Hastalar ve hasta yakınları için barınma ve bakım olanakları sağlamak; hastane, klinik, yurt, pansiyon, kamp, huzurevi, spor tesisleri, lokal ve benzeri tesisler kurabilmek için çalışmalar yapmak,

•Tıbbi- psikiyatrik buluş ve geliştirmeler için bilimsel çalışmalar yapmak veya bu tür çalışmalara destek vermek ve bu buluş ve gelişmeleri hayata geçirmek için bunların yasal düzenlemelere yansımalarını sağlamak,

•Bireysel ve giderek toplumsal ruh sağlığı için şizofreni ve diğer ruhsal hastalıkların utanılması ve saklanması gereken hastalıklar olduğu düşüncesini toplum zihninden silerek hastalığın gizli seyir ve varlığına engel olmak için çalışmalar yapmak

•Toplumun hastalara karşı anlayışlı, ilgili, duyarlı, şefkatli, sabırlı ve vicdanlı bir tutum edinmesini sağlamak, hastalık hakkındaki önyargı, damgalama ve yanlış bilgileri yıkmak için uğraş vermek

•Hastaların manevi ve fiziksel varlıklarının onur kırıcı, aşağılayıcı ve benzeri davranışlara ve insanlık onuruna aykırı durumlara uğramalarını önleyici tedbirler alınması için çalışmalar yapmak ve gerekirse şikayet ve suç duyurularında bulunmak.

•Federasyona bağlı derneklerin yaptıkları faaliyetlere maddi ve manevi destek sağlamak.


*Bu içerik Sibel Aksüt tarafından Şizofreni Dernekleri Federasyonu’nun internet sitesi aracılığıyla oluşturulmuştur.


Şizofreni Dernekleri Federasyonu
Mareşal Fevzi Çakmak Cd.
39/6 Beşevler – ANKARA
Tel: +90 (312) 212 11 12

E- mail: federasyon@sizofrenifederasyonu.org

Mavi At Kafe
Mareşal Fevzi Çakmak Cd.
31/8 Beşevler- ANKARA
Tel: +90 (312) 212 00 06

Şizofreni Dernekleri Federasyonu internet sitesi




Şizofreni Kavramının Tarihsel Gelişimi

Şizofreni, ruhsal durumun hemen tüm alanlarında belirti ve bulgular gösteren, genellikle gençlik yıllarında başlayan, gidiş ve sonlanışı kişiden kişiye ve süreç içinde değişen, henüz etiyolojisi tam olarak bilinmeyen ve önemli ölçüde yeti yitimine yol açan bir toplum sağlığı sorunudur (Soygür,Erkoç,2007).

Şizofreni kavramının bugün algılandığı biçiminden bu yana geçtiği yollara bakınca, kendimizi M.Ö. 1400' lü yıllarda bulabiliriz. Hinduizm inancına ait Hint Veda yazılı metinlerinde (Veda, bilgi anlamına gelir) bugün seyri ağır geçen şizofreni belirtilerinin ayrıntılı olarak ele alındığı görülür. Bu metinlerde çıplak dolaşan,özbakımı azalmış,yaşamlarını boş ve anlamsız bir şaşkınlıkla geçiren, din ile ileri derecede ilgilenen kendini Tanrı zanneden, zehirleneceğinden korkan, yeni bir tufana neden olmamak için işemeyi reddeden insanlardan söz edilmiştir. Aynı şekilde bir Çin metni olan "sarı imparatorun dahili tıp klasiği" de M.Ö.1000' li yıllarda ruhsal rahatsızlıkların fiziksel rahatsızlık olarak ele alındığı bir yazılı kaynaktır. Eski Yunan mitoloji metinlerinde de şizofrenide rastladığımız davranışlara değinildiği saptanmıştır. M.Ö. 400’lü yıllarda, ruhsal bozukluklar ilk kez Hipokrat tarafından tıbbi bir durum olarak ele alınmıştır. Hipokrat' ın melankoliyi, "kara safranın beyin üzerindeki etkisiyle ruhun kararması" şeklinde tanımlamasıyla, ilk kez ruhsal bozukluklarla beyin biyokimyası arasında bir bağlantı kurulmuş olmaktadır.

M.S. birinci yüzyılda Kapadokyalı hekim Arateus’un ve M.S. ikinci yüzyılda hekim Soranus’un yazılarında bugün şizofreni olarak tanı koyulabilecek belirli vakalar canlı bir ifade ile anlatılmıştır. Romalı hekim Galen (M.S.130-200), tıp ve ruhbilim arasındaki ilişkiyi en çok bütünleştiren hekim olmuştur.
Ortaçağ Avrupası’nda, ruhsal sorun yaşayanlar, ruhunu şeytana teslim etmiş kişiler olarak işkencelere maruz kalmışlar, diri diri yakılmışlardır.(Cadı avı)
Kudüs ve Bağdat gibi kentlerde sekizinci yüzyıldan itibaren ruhsal sorun yaşayan kişiler için hastaneler yapılmıştır. İbni Sina’nın hekimler için temel başvuru kaynağı olan “Kanun” adlı kitabında  on iki çeşit ruhsal sorun tanımlanmıştır. İslam dünyasında ilk Bimarhaneler (Darüşşifa) kurulmuştur. On dördüncü yüzyılda Floransa, İspanya, Belçika ve İngiltere' de ilk akıl hastaneleri (Asylum) açılmıştır. On sekizinci yüzyılın sonlarından aydınlanma devriminin gerçekleşmesine kadar da, ruhsal sorun yaşayan bireyler, hem korkulan ve kapatılan, hem de alay konusu edilip eğlenilen bir konumda olmuşlardır.

Şizofreninin tanı, tedavi ve araştırma süreçlerine ilişkin öncü adımların on sekizinci yüzyılda atılmaya başlandığı söylenebilir. Bu yıllar, Fransa’da Philippe Pinel’in 1793’de ruhsal sorun yaşayan kişilerin zincirlerini çözerek modern psikiyatrinin başlangıcını oluşturduğu sürece eşlik eden yıllardır. Pinel,gözlemlerine dayanarak geliştirdiği sınıflandırma denemesinde; mani, melankoli, zeka geriliği ve demans gibi sorunları tanımlamıştır( Soygür,Erkoç,2007).

Şizofreni kavramsal olarak Yunan kökenli schizein (bölmek) ve phren (zihin) kelimelerinin  birleşimiyle ortaya çıkmıştır. Bölünmüş zihin anlamına gelen şizofreni kavramını literatüre kazandıran kişi İsviçreli psikiyatrist Eugen Bleuler (1857-1939) olmuştur.
Kavramın keşfine Alman psikiyatrist Emil Kraepelin' in (1856-1926) katkısı, Bleuler ile ayrışarak olmuştur. Kraepelin şu an şizofreni olarak adlandırdığımız kavramı,1898'de “demans preacox” (erken bunama) olarak tanımlamış ; erken başlangıç ve ilerleyici kaçınılmaz entelektüel bozulmanın (demantia) ortak bir yapı oluşturduğunu düşünmüştür. Kraepelin geniş kabul gören kapsamlı bir “şizofreni” tanımlaması yapan ilk ruh hekimidir. Bu terimle şizofreninin başlangıç ve sonlanışını imlemiş; sınırlarını manik-depresif psikozdan ayırmıştır. Çalışmalarını sürekli gözden geçiren Kraepelin, psikiyatrik hastalıkları, sonlanışlarına göre, yıkım gösterenler (dementia praecox) ve göstermeyenler (manik-depresif psikoz) olmak üzere iki büyük grupta toplayarak işe başlamış, daha sonra da dementia praecox adını verdiği tabloyu hebefrenik tip, katatonik tip ve paranoid tip olmak üzere üç sınıfa ayırarak sınıflandırmasının esaslarını tamamlamıştır (Soygür,Erkoç,2007).
Bleuler ise bu durumun mutlaka erken başlangıçlı olmadığına ve kaçınılmaz olarak demansa ilerlemeyeceğine inanıyordu. Bu nedenle "dementia praecox" (erken bunama) etiketini kabul etmeyip, şizofreni terimini önermiştir.
Başlangıç yaşının ve kötüleşen seyrin, tanımlayıcı özellikler olmadığının kabul edilmesiyle birlikte, Bleuler kavramsal bir sorunla karşı karşıya kalmıştır. Şizofreninin belirtileri, insanlar arasında büyük ölçüde farklılık gösterebiliyordu. Bu yüzden farklı diğer rahatsızlıkları ortak bir paydada belirlemesi gerekiyordu. Bu amaçla benimsediği mecazi kavram, "çağrışımsal zincirlerin kırılması" oldu. 
Çağrışımsal zincirler sadece kelimeleri değil düşünceleri de birleştiriyordu. Amaca yönelik etkili düşünme ve iletişim, sadece bu yapılarda sorun olmadığında mümkün oluyordu. Çağrışımsal yapıların şizofrenide sorunlu bir yapıda olduğu düşüncesi daha sonra diğer rahatsızlıkları açıklamak için de kullanılabilirdi.
Kraepelin erken bunama belirtileri olan kişilerin küçük bir yüzdesinin kötüleşmediğini fark etmişti ancak bu tanısal kategoriyi hastalık seyri kötü olan kişilerle sınırlandırdı. Bleuler' in çalışması ise sorunun daha kapsamlı bir kavramsallaştırmasını beraberinde getirdi. İyi seyire sahip bazı kişileri de şizofreni olarak teşhis etti ve diğer klinisyenlerden farklı tanılar alabilecek birçok kişiye şizofreni tanısı koymuştur.

1933 yılında Manfred Joshua Sakel şizofrenide insülin koma tedavisini geliştirmiştir. 1934 yılında Leland E. Hinsie şizofreni tedavisiyle ilgili oksijen depvirasyonu (yoksunluk) ve CO2 inhalasyonu (soluma) tedavisini geliştirmiştir. 1940-1950' li yıllarda ise özellikle ABD'de şizofreni tedavisi gören kişilerin beyninin bir bölümünün cerrahi olarak alınması anlamına gelen lobotomi oldukça rağbet görmüştür. Bu dönemde sadece ABD'de 50.000 kişiye lobotomi uygulandığı öne sürülmüştür. 1952'de Delay, Deniker ve Harl ilk psikofarmakolojik ajan olan kloropromazini bulmuştur. 1954 Mueller, Schlitter ve Bein, rauwolfia bitkisinden üretilen reserpini bulmuştur ve ilaç olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1965 Goldberg, Kelrman ve Cole şizofreninin pozitif belirtilerini diğer belirtilerden ayırt etmişlerdir.
Günümüzde dünyanın hemen her yerinde uzmanlar görüş birliği içerisinde aynı ölçütleri kullanarak şizofreni tanısı koymaktadır. Bu son derece olumlu bir gelişmedir. Çünkü şizofreninin kendine özgü bir belirtisi yoktur, ancak belirtiler kümesinin bir dönemde bireyin yaşamına olan etkisi göz önüne alınarak şizofreni tanısı konulur (Yıldız,2018). Günümüzde kullanılan en önemli iki tanı kriteri olarak, Amerikan Psikiyatri Birliği' nin DSM-5 (Ruhsal Hastalıkların Tanı ve Sınıflandırması) ve Dünya Sağlık Örgütü' nün ICD-10' u (Ruhsal ve Davranışsal Bozukluklar Sınıflandırması) kabul edilir.

Hazırlayan: Sibel Aksüt

Kaynaklar

Soygür, H., Alptekin, K., Atbaşoğlu, C.E., Herken, H., Şizofreni ve Diğer Psikotik Bozukluklar. Ankara,
Türkiye Psikiyatri Derneği, 2007.

Kring, Ann M., Johnson, Sheri L. Anormal Psikolojisi, Şahin, M. ( Çev. ed.), Nobel Akademik Yayıncılık, 2019

Yıldız, M. Şizofreni, Hastalığı Anlamak ve Onunla Yaşamayı Öğrenmek, Umuttepe Yayınları, Kocaeli, 2018

Görmezden Gelmeyelim Şizofreninin Tarihçesi 





Öteki Denilen Ben

Biz insanlar da tıpkı hayvanlar ya da bitkiler gibi bir bedene sahibiz. İnsan nasıl insan oldu? Bu büyük soruya aranan yanıtlara bakınca insanın geçtiği bazen de geçip izlerini sildiği tüm yollarda, ayak izlerine rastlamak olasıdır. Bu izler kimi zaman somut bir iz gibi görünse de aslında çoğu kez metaforik bir anlamda kendine yer bulmaktadır. Sadece tek bir ayak izi değildir buradaki. İç içe geçmiş, birbirini çiğnemiş çoğu kaybolmuş sonsuz izler. Bu, bizim ruhsallığımızı olumsuz anlamda etkileyen, toplumsal varoluşumuzun en büyük simgesidir de aynı zamanda. Çoğu kez sağlıklı kabul edilen insan topluluğu, kendini toplumsal boyutta görünür kılmak için ezip geçtiklerinin farkında bile olmamaktadır. Toplum dediğimiz sosyal yapı, birliktelik, iç içelik ister; bu isteğini gerçekleştirirken de uyum bekler. Bunun için “sağlıklı” bireyleri tercih eder. Sosyal yapısına uymayan niteliğe sahip olanları dışarıda tutmayı tercih eder. Aksi halde sistemsel bozulma oluşacağını düşünmektedir. Ancak uyumsuz nitelikte bulduğu kişiler de bir şekilde varoluşunu sürdürmek zorundadır. Bu durumu toplum çoğu kez görmezden gelir.
Buraya kadar eleştirimiz toplum, sosyal yapı üzerineydi. Ancak gözden kaçırmamamız gereken asıl nokta toplumu bireylerin oluşturduğu gerçeğidir. Yani insan psikososyal bir varlıktır. Toplum da sosyopsikolojik bağlam dışında ele alınacak bir oluşum değildir.
İnsanın biyopsikososyal bir varlık olduğu gerçeğinden hareketle konumuzun içeriğine yavaşça yaklaşalım. Toplumsal yapının reddettiği bireyler kimi zaman bedensel sorun yaşayan, kimi zaman uyum sorunu yaşayan, kimi zaman ruhsal sorunların yarattığı düşünsel yaklaşımlar nedeniyle tıbbi tanı almış bireyler olabiliyor. Bu reddedilen bireylerden en bilineni ve çoğu zaman en görmezden gelineni şizofreni tanısı alan bireylerdir. Toplumun şizofreni tedavisi gören bireylere karşı tutumu çoğu kez hatalı bir duruştadır. Bu tutumun olumsuz bir biçime bürünmesinin nedeni toplumun konuya dair ilgisinin yetersizliğinden ve bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bunun en net örneği “dil, söylem” ile kendini belli eder. Örneğin bir insanın herhangi bir durumu kuşkuyla karşılamasını şizofreni diye niteleyen bir toplum algısı içindeyiz. Ya da kızılan bir kişiye “ruh hastası” denilmesi yine bir ruhsal sorun tanısı almış bireyleri doğal olarak yaralayıcı nitelikte olmaktadır. Buna benzer sonuçlardan dolayı, toplumsal bilinç oluşturulmasına katkı sağlamak için ruh sağlığı çalışanlarının, sosyal hizmet uzmanlarının toplumu yönlendirici çalışmaları acil bir önem taşımaktadır. Bu çalışmalar, şizofreni tanısı almış ve tedavisini sürdüren bireyler için öncelikli konuların başında gelmektedir. Bir iş sahibi olmak ya da bir düşünme biçiminin tanınır olması ve varlığımızın birileri tarafından hissedilir olması, görünür olmak ve toplumda bir misyon sahibi olmak; herhangi bir sağlık sorunu yaşamayan insan için ne denli önemliyse ve bunların karşılanmadığı koşulda bu sağlıklı kişilerin ruh sağlığı nasıl olumsuz anlamda etkileniyorsa, aynı durum karşısındaki hissediş biçimi, bir ruhsal rahatsızlık yaşayan, tanı alan ve tedavi gören bireyler için de geçerlidir. 
Değersizlik hissini kimse olumlu karşılayıp kabullenmez. Toplumda ötekileştirilmeye maruz kalan kişiler, sadece şizofreni tanısı alan bireyler olmamıştır. Ötekileştirmek ve ötekileştirilmeye maruz kalmak, hem psikolojik hem sosyolojik boyutta ele alınması gereken bir olgudur. Örneğin savaş mağduru çocuklar ya da açlığa mahkum edilen insanları gördükten sonra öylece seyretmenin getirdiği rahatsız edici his, bizi elimizden geleni yapmak isteği konusunda uyarır. Bu duyarlılığa her konuda ve her koşulda sahip olmak; kendimize, yaşadığımız dünyaya ve içindeki tüm canlılara olan saygı ve sevgimizle bağlantılıdır. Çünkü toplumsal yapı ve öğeleri “biz” iz. Hep birlikteyiz. Bedensel ya da ruhsal uyum sorunu yaşayan herkesin görünür olmaya hakkı vardır. Başka bir önemli boyut da şudur: Sağlıklı görünen ya da sağlıklı tanımlanan bir yapı her zaman göründüğü gibi olmayabilir.
Şizofreni bir engel değildir. Şizofreniyi bazen farklı gören bir göz, bazen farklı duyan bir kulak, bazen farklı dokunan bir el gibi düşünebiliriz.
Yazımı Foucault’ un bir sorusuyla bitirmek isterim : 
“ Ben bir bedene sahip olduğuma inanıyorsam, vücudunun camdan olduğunu düşünen birinden daha sağlam bir gerçeği elimde tuttuğumdan emin olabilir miyim?”

Yazar: Sibel Aksüt

İyileşme Nedir? İyileşme Kavramının Bireye ve Topluma Yansımaları

İyileşmeyi bir kavram olarak ele aldığımızda aklımıza ilk gelen nedir? Bu soruya herkesin farklı yanıtlar vermesi olasıdır. İyileşme kavramına çoğu kişi öncül olarak hastalık kavramını ekler. Önce hastalık sonra iyileşme ya da iyileşmeden bahsediyorsak mutlaka 'bir hastalık söz konusu olmak zorundadır' algısı genellikle baskındır.

Konuya ruhsal sorunların toplumda doğru algılanması ve buna yönelik toplumu bilgilendirici çalışmalar perspektifinden eğilince, "hastalık" kavramının damgalamaya ne kadar açık olduğunu görürüz. Olumsuz ya da çoğunlukla onaylanmayan bir davranış gösteren kişinin "hasta" olarak tanımlanması bu ayrımların gözardı edildiğinin göstergesidir. Bu durum bilgi eksikliğinden de kaynaklanmaktadır. Hastalık ve kötülük anlamsal olarak birbirinden farklı kavramlardır. Bu, üzerinde en çok durulması, öğrenilmesi gereken noktadır. Hastalık ya da hasta olmak sağlıkla iç içedir; her an herkes yer değiştirmeye açık haldedir. 

İyileşmeye kendimizden başlamanın anlamını kavrayabilmek; konuya doğru açıdan yaklaşmamız için önemlidir. Bir kişi bireysel iyileşmesine ve bundan yansıyacak toplumsal iyileşmeye katkıda bulunacak bir misyon üstlendiğinde, alacağı sorumlulukların çok iyi farkında olmalıdır. Bu anlamda kişinin iyiliğe, iyileşmeye yönelik attığı her adımın ve içsel farkındalığının bilincinde olması adeta zorunludur. Krishnamurti bunu çok güzel tanımlamıştır: “iyilik rahatlık peşinde değildir." Hiçbirimizin elinde masallardaki sihirli değnek yoktur. Hokus pokus ve abrakadabra gibi söylemlere gerçek yaşamda çok da yer yoktur. İçinde sevgi barındırmayan hiçbir iş ya da çaba, varmak istediği yerin özünü kavrayamaz. Bu anlamda, her bireyin iyileşmeye giden yolun sevgiyle emek gerektiren bir süreç ve belki de hiç bitmeyecek uzun bir yol olduğunun farkındalığına ulaşması, hem kendini hem toplumu daha doğru bir gözle yorumlaması açısından önemlidir.

Toplumu bir orman ya da bir ağaç gibi düşünebiliriz. Bir ağaçta bulunan yaprakları da birer insan olarak varsayalım; bu yaprakların aslında hepsi birbirinden farklıdır. Aynı gibi görünen ayrılar diyebiliriz belki de? Yanyana ama kopuk, yeşil ama farklı tonlarda. Biz insanlar da biraz böyleyiz. Bu yaprakların kimi kurumuş oluyor; kimi küçük, kimini bir böcek kemiriyor kimi ise kocaman, güneşe vermiş kendini parlıyor. Parlayan bir yaprak elbette göze görünür. O halde bu yaprağa ağaçtaki sağlıklı yapraklardan biri diyebilir miyiz? Öyleyse bu yaprağın diğer yapraklar üzerinde iyileştirici bir etkisi mi vardır? Bu soruların cevabına hemen evet demek bir hata olacaktır. Çünkü sağlığın ölçütü her zaman görünür olmakla daha doğrusu herkes tarafından beğenilmekle ilintili olmayabilir. Yine de parlak bir yaprak çoğu zaman sağlığı temsil eder. Bu bazen şans, bazen kendine saygı, bazen de koşullarla ilgilidir. Aslında söylenenler içinde en gerekli olan da sağlıklı çevre koşullarıdır diyebiliriz. Bu durum, bir yaprak için güneş ışığını ideal bir açıyla almak ve yağmur suyunu yeterince içine çekebilmektir. Ruhsal tedavi gören bir kişi için ise, güneş ışığı kapalı kurumlardan çıkabilmek; yağmur suyu toplum içi tedavilere ulaşabilmektir aslında.

İyileşmenin tek bir reçetesi yoktur. İlaç nedir? diye basit bir soruyla başlarsak bunun basit cevabı da şöyle olabilir: kişide eksik ya da fazla olan herhangi bir şeyi kişi için ideal seviyeye getirip, kişinin kendisine zarar vermeyecek konuma ulaşmasına aracı olan "her şey" diyebiliriz. Bu birey odaklı yaklaşım gibidir. Her bireyin ihtiyacı olan ilaç farklıdır. Hipokrat'ın, tıbbın neredeyse anayasası niteliğindeki "Hastalık yoktur hasta vardır" tanımlaması bu durumu çok iyi anlatır.
Kendimizi bir teraziye benzetirsek, ona yüklenecek anlamlarla dengemizi bulup, kendimizi koruyabiliriz. Bu benzetmeden yola çıkarak, ruhsal tedavi gören bir birey için de terazinin bir tarafına antipsikotik ilaçlar, diğer tarafına ruhsal toplumsal ilaçlar yerleştirilirse gerçek iyileşme için atılacak en büyük adımların ilki başlamış olabilir. Ruhsal toplumsal tedaviler için sayabileceğimiz birçok alternatif vardır. Akran desteği, kendine yardım grupları, bir meslek ve iş sahibi olup geçim sağlayabilmek, iyi bir eğitim alabilmek, insanlarla yakın ilişkiler kurabilmek..Tüm bunları mümkün hale getirebilmek için ise en temel ihtiyaç, sosyal destektir.

İyileşme kavramı, koşulların yarattığı algı biçimine göre her bireyde farklı anlamları çağrıştırabilir. Örneğin iş ortamından hoşlanmayan birisi işini değiştirmek isteyebilir. Bir öğrenci okulundan memnun değilse okulunu değiştirmek isteyebilir. Daha iyi, yetkin, sağlıklı ortam ve koşullarda varlığını sürdürmek herkesin hakkıdır. Bir hastane odasında uzun süreli yatarak tedavi gören, ruhsal rahatsızlık yaşayan bir kişi de koşullarını değiştirmek isteyebilir. Kimse uzun süre kendine iyi gelmeyen bir ortamda varolmak zorunda kalmak istemez. Bunu anlayabilmek, hissedebilmek için biraz empati kurabilmek yeterlidir.

Ruhsal tedavi gören bir bireye göre iyileşme, kendini bir şeylerin dışında kalmış hissetmemesine bağlı olarak; bir varoluş alanının içinde olmaya, oyuna dahil olmaya benzeyebilir. Bu, oyunda herkesle eşit olduğunun farkındalığı ve birlikteliği duygusuyla oyuna devam etme isteğidir. Hem birlikte hem özgür, kendi başına ya da kalabalıkta, sorumluluk bilinciyle, koşullarına yönelik adım atabiliyor olmak kişiyi iyileşmeye götüren en etkili yollardan biri olabilir. Elbette adım atabilmek için biraz desteğe ihtiyaç olacaktır. Buradaki dengeyi kurabilmek için az önce bahsettiğimiz terazi metaforunu hatırlarsak, iyileşmeye kendimizden başlamamız ya da iyileşmeyi kendimizden başlatmamız doğru olacaktır. Çünkü bu terazideki iyileşen ve iyileştiren unsurlardan birisi de bir kişi olarak biz oluyoruz. Bu sürece dahil olduğumuzun bilincinde olarak, nerelerde olmamız nerelerde olmamamız gerektiğini bilmek; üzerinde durulması gereken konulardan biridir. Bu sınır bilincidir; ne yapabileceğimiz ne yapamayacağımızla ilgili olarak kendimiz hakkında fikir sahibi olmaktır.

Bir arkadaş olabilirsiniz. Bir anne olabilirsiniz, bir baba ya da eş, bazen de çocuk olabilirsiniz. İyileşmek ve iyileştirmek iç içedir. Bunu bize uzakdoğu bilgeliği Yin Yang kavramlarıyla, karşıtların uyumu ve birliği ilkesiyle açıklayabilir.
Parlayan bir yaprak olmamamız; bizim kuru bir yaprak olduğumuz anlamına mı gelir ya da kemirilmiş bir yaprak olmamız bizim asla yeşermeyeceğimiz anlamına mı gelir?
Karanlık bir kuytudaki bekleyiş bizi iyileştirebilir mi? Güneş doğar yağmur yağarsa,elbette iyileşeceğiz.


Yazar: Sibel Aksüt


Şizofreni ile Yaşamak: Elyn Saks Örneği

Şizofreni ile mücadele eden ve şizofreniye karşı zafer kazanan cesaret verici bir kadın örneği 2007'de yayımlanan bir kitapta yer almaktadır. The Center Cannot Hold: My Journey Through Madness. Bu kitap Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde kadrolu hukuk profesörü ve ayrıca şizofreni tanısı olan Elyn Saks tarafından yazılmıştır. Saks kitabında şizofreniyle ömür boyu süren deneyimini anlatmaktadır. Kitabının yayımlanmasından önce Profesör Saks’ın yakın arkadaşlarının bile sadece birkaçı şizofreni tanısı aldığını bilmektedir. Saks bunu neden bir sır olarak saklamıştır? Şüphesiz etiketlenme bu nedenlerin bir parçasıdır.

Profesör Saks’ın yaşam hikayesini özellikle cesaret verici yapan, bu kadar ciddi bir ruhsal rahatsızlığa sahip olmasına karşın profesyonel ve kişisel olarak önemli başarılar elde etmiş olmasıdır. Sevecen ve destekleyici bir ailede yetişmiştir. Vanderbilt Üniversitesi'nden bölüm birinciliği ile mezun olarak lisans derecesini almıştır; Oxford’da felsefe çalışmak için saygın Marshall bursunu kazanmıştır. Yale Hukuk Okulundan prestij sahibi Yale Hukuk Değerlendirmesinin editörü olarak mezun olmuştur ve şu an önemli bir üniversitede kadrolu hukuk profesörüdür; tüm bunları nasıl başarmıştır?

Saks tedavilerin birleşiminin (psikanaliz ve ilaç tedavisi dahil olmak üzere) aile ve arkadaşlardan sosyal desteğin, sıkı çalışmanın ve ciddi bir hastalığa sahip olduğunu kabul etmenin, şizofreni ve şizofreninin kimi zaman öngörülemez ve korkutucu olan belirtileri ile baş etmesinde yardımcı olduğuna inanmaktadır.

Psikanaliz, şizofrenideki etkinliği için pek fazla bilimsel dayanağa sahip olmamasına karşın Profesör Saks’ın tedavi rejiminin ana parçası olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Bu, bazı tedavilerin bir grup insan için etkili olmasa da bazı bireyler için etkili olabileceği gerçeğini örneklendirmektedir. 

Profesör Saks'a yardımcı olduğu görülen şeylerden biri, Oxford Üniversitesi bursiyeri olarak psikanalizde olduğu ilk günlerden günümüze kadar, psikanalistiyle birlikteyken “psikotik olabilme” becerisidir. Enerjisinin çoğunu, belirtilerini saklamaya ve belirtilerinin hayatına müdahale etmesini engellemeye çalışırken harcamıştır. Psikanaliz, bu belirtilerinin tüm yanları ile açığa çıkmasına izin verebileceği güvenli bir alan haline gelmiştir. Özellikle, belirtileri yaşadığı dönemlerde yakın arkadaşlarının ve eşinin sarsılmaz desteğine sahip olmasının da ona büyük bir yardımı olmuştur. Gerçeği değerlendiremediği dönemlerde sevdikleri sırtlarını dönmemiş ya da başka tarafa kaçmamıştır. Bunun yerine onu desteklemişlerdir ve ihtiyaç olduğunda ek tedavi almasına yardımcı olmuşlardır.

Hâlen, bazen her gün, belirtileri yaşamaktadır. Belirtileri korkutucu olarak tarif ettiği paranoid sanrıları kapsamaktadır. Ayrıca kitabında kolay anlaşılır biçimde tarif ettiği dağınık belirtileri de deneyimlemektedir:
Bilinç git gide bütünlüğünü kaybediyor. Kişinin merkezi çöküyor. Merkez dayanamıyor. ”Ben” bulanıklaşıyor ve kişinin gerçekliği, yaşadığı sağlam merkez kötü bir radyo sinyali gibi dağılıp parçalanıyor. Dışarı baktığın, nesneleri içeri aldığın ve neler olduğunu değerlendirdiğin sağlıklı bir bakış açısı artık yok. Onlar aracılığıyla dünyayı görebildiğin, yargıda bulunabildiğin ve riskleri idrak edebildiğin lensleri temin eden çekirdek, nesneleri bir arada tutmuyor (Saks,2007,s.13).

Profesör Saks, belirtileri hâlen deneyimlemektedir ve şizofreninin hayatının bir parçası olduğu gerçeğiyle uzlaşmıştır. Şizofreni tanısı olan bir birey olmayı tercih etmezdi elbette. Ancak arkadaşları, sevdikleri ve anlamlı işleri ile dolu olan harika bir hayatı olduğunu da fark etmektedir. Elyn Saks'ın hayatı, sadece ruh sağlığı sorunları olan bireyler için değil, hepimiz için bir ilham kaynağıdır. Elyn' in hikayesi, hayatın bazılarımız için diğerlerinden daha zor olduğunu ancak yaşanabileceğini; hatta dolu dolu yaşanabileceğini hatırlatmaktadır.

Elyn Saks' ın TED konuşmasını dinlemek için:


Kaynak
Kring, Ann M., Johnson, Sheri L. (2019). Anormal Psikolojisi (s.279), 12.Basımdan Çeviri, Şahin, M. (Çev.ed), Gözden Geçirilmiş Yeni Basım, Nobel Akademik Yayıncılık, Eylül 2019 

Hazırlayan: Sibel Aksüt

Bir Yardım Modeli: Toplum İçinde Kişiye Yönelik Destek Programı (Personel Assistance in Community Existence- PACE)



Uluslararası Ruhsal Yetiyitimi Hakları kuruluşu (Mental Disability Rights İnternational) (www.mdri.org) tüm dünyada psikiyatrik tanısı olan ve gelişimsel yetiyitimi yaşayan bireylerin insan haklarını koruyan bir kuruluştur. Bu kuruluşun yönetici yardımcısı Laurie Ahern, on yıl boyunca Ulusal Yetkinleşme Merkezi yönetiminden sorumlu iki yöneticiden biri (diğeri Dan Fisher) ve kurumun ödüllü bülteninin editörüydü. Dan Fisher ile birlikte İyileşmenin Yetkinleşme Modeli ve Toplum İçinde Kişiye Yönelik Destek programını (PACE) geliştirdi. 
Ulusal Yetkinleşme Merkezi ruh sağlığı profesyonelleri, hizmet kullanıcıları ve hizmet planlayıcıları için yetkinleşme ve iyileşme konusunda geniş ölçekli araştırma projeleri yürütmekte ve eğitim programları geliştirmektedir. Kuruluşun amacı ise hastanelere bağımlı geleneksel psikiyatriden, iyileşme yönelimli destek sistemlerine doğru bir dönüşümün gerçekleşmesidir.

Dan Fisher kendisinden şizofreniden iyileşmiş biri olarak söz eder. Bir psikiyatrist olarak çalışmaktadır. Biyokimya alanında doktora eğitimi vardır. Psikiyatrist olmadan önce çok kez şizofreni tanısıyla hastaneye yatırılmıştır. Dr.Fisher, Massachusetts’ te bir devlet ruh sağlığı ve hastalıkları kliniğinde psikiyatrist olarak çalışmaktadır. Laurien Ahern de 19 yaşında şizofreni tanısı ile hastaneye yatırıldıktan sonra iyileştiğini aktarmaktadır. Bugün kendisi, ruh sağlığında insan hakları çalışmaları dolayısıyla dünyanın birçok yerindeki ruh sağlığı kurumunu, yetimhaneleri, bakımevlerini denetleyen, başarılarıyla kendini ortaya koyan bir isimdir.

Dan Fisher ve Laurie Ahern' in Toplum İçinde Kişiye Yönelik Destek programı (PACE),ciddi duygusal sıkıntı içinde olan insanlar için iyileşme yönelimli bir yardım programıdır. İkilinin bu çalışmaları oldukça başarılı olmuştur.
Toplum İçinde Kişiye Yönelik Destek Programı( PACE), insanların en zor psikiyatrik sorunlardan bile iyileşebileceği varsayımına dayanmaktadır. Laurie Ahern, Dan Fisher gibi isimler ve diğer Ulusal Yetkinleşme Merkezî çalışanları, kendilerini bunun birer örneği olarak göstermektedirler. Hikâyelerini anlatarak başkalarını yüreklendirmek amacını taşırlar. Çünkü iyileşme için umut ve pes etmemek şarttır; buna inanırlar.

Toplum İçinde Kişiye Yönelik Destek Programı' nın (PACE) ilkelerini incelersek daha anlaşılır olacaktır:

• İnsanlar ' ruhsal hastalığın' en ağır türlerinden bile tam olarak iyileşmektedir;
• ‘ Ruhsal hastalık', kişinin toplumdaki rolüne sekte vuran ciddi duygusal zorlanma için bir etikettir;
• İnsanlar, özellikle ciddi duygusal zorlanma yaşadıklarında, başka insanlarla duygusal bağ kurmayı isteyebilirler, hatta isterler;
• Güven iyileşmenin temel taşıdır;
• Size inanan insanlar iyileşmenize yardımcı olur;
• İnsanlar iyileşebilmek için kendi hayallerinin peşinden koşabilmelidir;
• Güvensizlik, artan kontrol ve zorlamayla sonuçlanır, bu da iyileşmeyi engeller;
• Kendi kaderini tayin etme, iyileşme için şarttır;
• İyileşmekte olan insanlar ve bu insanların etrafındakiler, iyileşmenin gerçekleşeceğine inanmalıdır;
• İnsanlık onuru ve insana saygı, iyileşme için son derece önemlidir;
• İnsani bağların önemi hakkında öğrendiğimiz her şey 'ruhsal hastalık' ile yaftalanan insanlar için de geçerlidir;
• İlişkilerde duygusal olarak güvende hissetmek, duyguları ifade etmek açısından hayati önemdedir. Bu ise iyileşmeye yardımcı olur;
• Yaşanan ciddi duygusal zorlanmayı anlamlandırmak iyileşmeye yardımcı olmaktadır.

Bu ilkeler Ulusal Yetkinleşme Merkezi tarafından gerçekleştirilen araştırmaların bulgularından elde edilmiştir.Ulusal Yetkinleşme Merkezi uzun yıllar boyunca ciddi psikiyatrik hastalıklardan tamamen iyileşen insanlarla ilgili veri toplamıştır. Bu kişilerin açıklamaları beş temel kategoriyle özetlenebilmektedir:

1-İyileşme İnançları: Bir noktada artık ruhsal olarak hasta olmadığınıza inanmak son derece önemlidir. Pes edemezsiniz. Etrafınızda tekrar hayatınızı yaşamaya başlayabileceğinize, kendinize ait hayaller kurabileceğinize, arkadaş edinebileceğinize, bir işte çalışabileceğinize, düzgün bir evde yaşayabileceğinize inanan insanların olması gerekir.

2-İyileşme İlişkileri: İyileşme sürecine girmek için güvenebileceğiniz, yanında kendinizi güvende hissedeceğiniz ve aynı zamanda size gerçekçi tavsiyelerde bulunabilecek insanlara ihtiyacınız vardır. Bu yüzden akranlar ve akranlar tarafından yürütülen projeler, hizmet yelpazesinde son derece önemli bir yere sahiptir.

3-İyileşme Becerileri: İlişkilerinizde duygularınızı gösterebiliyor olmanız önemlidir. Öfke üzüntü sevgi ve kaygı ifade edilmelidir. Arkadaş edinmenin ve kendini kollamayı öğrenmenin yolu budur. Size iyi gelen şeylerin ne olduğunu öğrenmek önemlidir. Kendi sorumluluğunuzu üstlenmek bir diğer önemli adımdır. Kendinizi ya da bir şeyleri suçlamanın anlamı yoktur. Kendinizi affetmeyi bazı gelişmelerin ve olayların kontrol edilemeyeceğini anlamayı öğrenmek önemlidir.

4-İyileşme Kimliği: Kendinizi sadece bir hasta olarak tanımlamamanız, bunun yerine kendinizi tam bir kişi olarak görmeniz son derece önemlidir. Damgalama ve ayrımcılığı yenmek için hizmet kullanıcısı/ iyileşmiş hasta hareketine dahil olmak yararlı olabilir. Ruh hastası gibi etiketlere katlanılmamalıdır. Kişi hastadan önce bir insan olarak görülmelidir.Bu anlamda dil ve söyleme dikkat etmek önemlidir.

5-İyileşme Toplumu: Kimlik ve anlamlı bir hayat, yaşadığımız toplumun içinde oluşturulmaktadır. Başkalarına yardım etmek, kişinin hayatına anlam katmaktadır. Toplumun bir bütün olarak iyileşme potansiyeli hakkındaki düşünme şekli, bireylerin neleri mümkün gördüğünü ve neleri başarabileceklerini belirlemektedir.


*Bu içerik, Şizofreni Dernekleri Federasyonu aracılığıyla bizlere kazandırılan, çeviri editörlüğünü Haldun Soygür' ün yaptığı, Michaela Amering ve Margit Schmolke’un yazdığı Ruh Sağlığında İyileşme Bilimsel ve Klinik Sorumlulukların Yeniden Şekillendirilmesi kitabından yararlanarak oluşturulmuştur.

Kitaba ulaşmak için Şizofreni Dernekleri Federasyonu ya da Mavi At Kafe ile irtibata geçebilirsiniz.

Kaynak
Amering, M., Schmolke, M. Ruh Sağlığında İyileşme Bilimsel ve Klinik Sorumlulukların Yeniden Şekillendirilmesi, Soygür (Çev. ed.), Ankara: Şizofreni Dernekleri Federasyonu; 2017

Hazırlayan: Sibel Aksüt

Kitap

Mavi At Kafe:

Ailelerin Destek Bulduğu Bir Diğer Yol: Kendine Yardım Grupları

   Ailelerin destek bulduğu bir diğer yol da son 20 yıldır birçok ülkede geliştirilmiş olan kendine yardım gruplarıdır. Bu gruplar, akrabaları etkileyen koşullar hakkında bilgi paylaşımını, durum hakkındaki duygu ve düşüncelerin tartışılmasını ve daha iyi ruh sağlığı bakımı için kampanyalar yapılmasını sağlamak üzerine aile bireyleri ile toplantılar düzenlerler. Rahatsızlığın bazı belirtilerinin ortadan kaldırılması, sosyal uyumun arttırılması, bilişsel kayıplar ve işlev yitiminin azaltılması amaçlanır. Grup dinamiklerinin sunduğu zeminde; etkileşim, eğitim ve destek olanaklarıyla ortak yaşantıların paylaşılması, toplumsal davranışlar konusunda geri bildirim, yeni sosyal beceriler geliştirilebilmesi sağlanmaya çalışılır. Terapisi, burada doğal grup dinamikleri olan cesaretlendirme, öğrenme ve değişimi kullanır. Toplumsal beceri kazandırma amacıyla, rol provası, model olma, yeni davranış modellerine öncülük yapma, beceri geliştirme gibi yöntemler kullanılır. Ayrıca, bilişsel alandaki bozulmaları azaltmaya yönelik olarak da zihinsel işlevler, bellek, dikkat, algı, kavramsallaştırma ve duyguyu ifade edebilme gibi konular üzerinde çalışılır. Tedavide amaç; iç görü kazandırmak, davranışlarda değişiklik sağlamak, toplumsal destek alanlarını çoğaltmak, boş zaman etkinliklerine katılımı arttırmak biçiminde özetlenebilir. Tedaviler düzenli, planlanmış oturumlarla, sınırlı sayıda kişinin katılımıyla gerçekleşir.
   Bazı durumlarda Rachel gibi gönüllü veya ücretli danışmanlar önerirler. 
   "Aynı yollardan geçen kişilerle konuşmak, konuşabilmek önemlidir. Örneğin insanlar, bir yakınlarına şizofreni tanısı konulduğunu öğrenirlerse, korkunç bir şok geçirirler. Çünkü şizofreni tanısının telaffuz edilmesi bile korkunç bir durumdur onlara göre ve şizofreniyi kabullenmek zordur; üstelik şimdi ailenizden birinin böyle damgalanacak olması çok bunaltıcıdır ve insanlar öyle bunalır ki, durumları karşısında dehşet içinde donup kalırlar. Durumu kabullenmek ve bununla mücadele edebilmek için zamana ihtiyaçları vardır. Bakım sağlayan kişinin öğrenmesi gereken o kadar çok şey vardır ki. İlaçları, muhtemel yan etkilerini, yardım için nereye gideceklerini öğrenmek zorundadırlar. Sosyal yardım kurumlarının labirentinde yolunu bulabilmek, balçıkta çizmeyle yürümek gibidir. Anne babalardan çocuklarını kaybettiklerini hissettiklerini sıkça duyuyorum, ancak onlardan aynı şekilde en yeni ilaçları kullanan hastaların ölümden döndüklerini söyleyenleri de duyuyorum." -Rachel
   Aile destek gruplarında birçok hasta yakını, aynı durumda olan kişilerle tanışarak güven kazanmışlardır.

Hazırlayan:
Emsal DİRLİK

 
Kaynak:
Thornicroft G. Toplumun Reddettiği Ruhsal Hastalığı Olan İnsanlara Karşı Ayrımcılık, Soygür (Çev.ed.), Ankara: Şizofreni Dernekleri Federasyonu; 2014.

http://sizofrenifederasyonu.org/

Görsel:
evindekipsikolog.com

Toplumun Reddettiği Facebook Sayfası:

Akıl Oyunları Filmi Detaylı Analizi


Film gerçek bir bilim insanının hayatını anlatan aynı isimli kitaptan beyaz perdeye aktarılmıştır. Filmi izlediğinizde şizofreni tanısı almış bir bireyin yaşadıklarını, hissettiklerini, düşüncelerini, korkularını, iyileşmede topluma karışmanın önemini, başarı elde edebileceklerini çok daha iyi anlayacaksınız. Russel Crowe'un oyunculuğu sayesinde film boyunca siz de John ile yaşayacak, görünmez bir karakter gibi orada hissedeceksiniz.

Öncelikle filme konu olan başrol John Nash kimdir, bununla başlayalım. John Forbes Nash, Adam Smith’in oyun teorisini geliştirip diferansiyel geometri alanında köklü değişiklikler yapmış; aynı zamanda kısmi diferansiyel denklem üzerinde de çalışmış 1994 Nobel Ekonomi Ödülünü alan şizofreni tanılı, Amerikan matematikçidir. 

Film Nash’in Princeton Üniversitesindeki anılarından başlamaktadır. Çocukluğu ve ailesi hakkında neredeyse hiçbir bilgi verilmemiştir.

Şizofreni tanısı almadan önce:

Film, derste öğretim görevlisinin konuşması ile başlar.

Matematikçiler Japonların şifresini çözüp atom bombasını yaptı... Kazanmak için kesin sonuçlar lazım. Yayınlanabilir, uygulanabilir sonuçlar. Hanginiz sonraki Morse olacak? Ya da bir sonraki Einstein?”

Sonra John, rakibi Martin Hansen’ın Nazi şifreleri üzerine yazdığı makale hakkında bir muhabbete dahil olur.  

Neilson ile tanışır. Neilson kendini Japonların şifresini çözen şifreciyim diye tanıtır. Arkadaşı ise sadece bunun kızlara karşı olduğunu söyler gülerek.

Yani filmin en başında art arda üç farklı şifre konusu geçer. Bu John Nash’in başarı hırsı nedeniyle ve sosyal etkiyle ileride halüsinasyonlar görmesine neden olacak durumlardan bir tanesidir.

En büyük hayali, oradaki hemen hemen her öğrenci gibi Wheeler Labaratuvarlarına girebilmek olan Nash’in diğer öğrenciler tezlerini neredeyse bitirmek üzere olmasına rağmen ve okuldaki öğrencilerin neredeyse yarısının yayınlanmış makalelerinin olmasına karşın kendisi henüz bir fikir bulamamıştır. Bir diğer amacı ise üniversitedeki en iyi öğrencilerden biri olan Martin Hansen'ı yenmekti. Üniversite hayatı boyunca Hansen'ı kendisine rakip olarak görür. Hansen’la oynadığı bir stratejik matematik oyununda yenilir ve oyunda bir problem olduğunu yenilmesinin mümkün olmadığını, çok iyi oynadığını savunur. Rezil olduğunu düşünüp hüsrana uğrar, utançla odasına gider. Hansen ile yaşadığı bu stresli oyundan sonra odaya geldiğinde ilk halüsinasyonu ortaya çıkar. Bu karakter kendisini oda arkadaşı olarak tanıtan Charles Herman’dır. Başlangıçta onunla pek ilgilenmez ancak Herman sürekli dikkat çekici bir şekilde etrafındadır.

John, geldiği ilk günden itibaren çalışmaya başlar. Yaratıcı düşünce ve mantığa odaklı birisidir. Derslerle ilgili düşüncelerini şu şekilde açıklar:

Derslere girerek ve bu kitapları okuyarak vakit kaybedemem. Değersiz ölümlülerin kifayetsiz varsayımlarını ezberleyerek!

Gerçekten yeni bir fikir bulmam gerekiyor ancak o zaman diğerlerinden farklı olabilirim. Ancak o sayede...” Charles araya girer. “Önemli olabilirsin.” Ve John bunu evet diyerek onaylar.

“Dersler kafa bulandırır. Gerçek yaratıcılık ihtimalini yok eder.”

Derslerin yaratıcılık potansiyelini yok edeceğini, işin gerçek dinamiklerinin öğrenilmesi gerektiğini düşünür. Bu yüzden derslere girmez. Her zaman önemli biri olmak ister. Öne çıkabilmek ve saygınlık kazanabilmek için yeni fikirler bulmaya çabalar.

Charles ile konuşmasında Charles ona “Belki de rakamlarla aran insanlarla olduğundan daha iyidir.” der. Bunun üzerine John, “İlkokul öğretmenim bana fazla gelişmiş bir beynim ama hiç gelişmemiş bir kalbim olduğunu söylemişti. İnsanlar beni sevmez, ben de onları sevmem.”  

İşte burada onun çocukluğuna dair bir şeylere rastlarız. İlkokul öğretmeninin tutumu onda iz bırakmıştır ve insanların onu sevmemesine karşılık olarak yani bir tepki olarak kendisinin de onlara onların yaptığı gibi sevmediğini söyler.

Yine ileride göreceğimiz üzere üniversitede öğretim görevlisi olarak dersi unutması üzerine herkesin yarım saat beklemesi durumuna verdiği tepki “Kimsenin beni özlediğini sanmıyorum.” olur. 

İleride evleneceği kişi olan Alicia, kendisine ilgi gösterdiğinde ilgiye şaşıran hallerini görmemek mümkün değil. Fakat Alicia bunu kendi ağzıyla da söyler.

Yine John, Alicia ile bir diyaloğunda “Demek ki biz iki çirkin ördeğiz.” demiştir.

Kendisini toplum tarafından sevilmediğine, yeni bir ortama girmiş olsa bile dışlandığına, insanların ondan hoşlanmadığına dair düşünceler, içe dönük mizaç özellikleri ve hastalığın etkisi ile sosyal yanı gelişmemiş, hem yalnız olmayı tercih etmiş hem de arkadaş edinmede zorluklar yaşamış. Bunun insanı üzmesi, onu içten içe acıtması oldukça olağan bir durumdur. John’un sözlerinden onun yoksunluğu ve ihtiyaçları aslında fark edilebilir dikkat edildiğinde. 

Çay salonuna indiğinde bir profesöre saygınlık gösterisinde bulunulduğunu ve profesörlerin kalemlerini takdim ettiklerini görür. Bu durumdan çok etkilenir. O kadar hırslıdır ki odasına gittiğinde tez konusunu bulamadığı için çok sinirlenir ve bu durum cama kafa atarak kendini yaralamaya kadar varır. Bu stresli anında yine yanında olan kişi Charles Herman, yani hayali oda arkadaşıdır. 

Zaman buldukça üniversite arkadaşlarıyla dışarı çıkar. Karşılaştığı kadınlarla iletişime geçmeye çalışır. Ama iletişim kurma konusunda problemler yaşayan birisidir. Cinsellik odaklı düşünen Nash, ilişkisinin ilk faslını atlayıp cinselliğe doğrudan yönelmesi kaynaklı ret cevabı alır. Reddedildiği için hayal kırıklığı ve utanç yaşar. Okulda yaşadığı stres, başarma hırsı, kaybetme korkusu ve yakın ilişkilerden uzak oluşu üzerindeki olumsuz etkilerini gün geçtikçe arttırır. Bu süreçte hayali oda arkadaşı Charles, onun hep yanındadır, onu daima destekler. Charles aslında yalnızlığın ona verdiği rahatsızlığı giderme şeklidir. Onu anlayan ve kendini yansıtan biriyle sohbet etmek onu güçlendirir. Yani yakın ilişkiler kurmak ruhumuzu besleyen duygusal bir ihtiyaçtır. Toplumdan bu denli uzak ve yalnız kalmak insanın hayatında acı veren boşluklara neden olabilir. John Nash aslında hayatındaki yoksunluktan ötürü kendini bu şekilde ayakta tutmakta ve mutlu etmektedir.

Çok geçmeden tez konusunu bulur. Adam Smith’in oyun teorisini geliştirip kendi diferansiyel denklemiyle denge teorisini ortaya atar. 150 yıllık ekonomi teorisinin yanlışlığını kanıtlayarak Wheeler’e girmeyi hak eder. 

Eğitimini tamamladıktan 5 yıl sonra Wheeler’de iş hayatına başlar. Pentagon’a 5 yıl içinde yalnızca iki kez şifre çözmek için gitmiştir. Şifre çözmek yerine barajların dayanıklılık oranını ölçtüğü ve üniversite öğrencilerine ders verdiği için halinden memnun değildir. Pentagon’a ikinci gidişinde esrarengiz bir adam görür. Adamın kim olduğunu sorsa da yanıt alamaz. Çünkü o adam Nash’ın gördüğü ikinci hayali kişidir. O adam Nash’ın hayal ettiği, hedeflediği iş hayatını ona verebilecek olan kişidir. Nash memnun olmadığı, potansiyelini gerçekleştiremediği meslek hayatını böylece kendi dilediği şekle büründürür farkında olmaksızın. Aslında bu kendi düşünce sistemine bir çare, mutsuzluğuna bir deva arayışıdır.

Bir gün akşam saatlerinde esrarengiz adam yine karşısına çıkar. Esrarengiz adam yani William Parcher savunma bakanlığı rozetini gösterir. John bundan sonra ordu için tıpkı Pentagon’da yaptığı gibi, kullanılan dergi ve gazetelerdeki yazılardan şifreler bulmak üzere göreve başlar, tıpkı hep istediği gibi. Burada William’la konuşmaları daha önce konuştuğumuz şeyleri yine tasdikler niteliktedir.

“John, ne ailen ne de yakın arkadaşların var. Neden?”

“Yalnız kurt olduğumu düşünmeyi seviyorum. Ama asıl neden, insanların beni sevmemesi.”

Yine başka bir konuşmalarında William “Seni diğerlerinden ayıran şey şimdiye kadar gördüğüm en yetenekli şifre çözücü olman.” der. Bu hayali karakter aslında John'un düşüncelerini yansıttığı için kendisinin farklı olma sayesinde önemli olabileceği düşüncesi ve başarı hırsı gerçek hayatta gerçekleşmemiş beklentilerini hayal olarak gerçeklikten ayıramadığı bir şekilde karşısına çıkmıştır.

Üniversitede tanıştığı Alicia’ya insan ilişkilerini şu şekilde anlatır.

Arkadaş canlısı görünmek için davranışlarımı cilalamak zorunda olmak bana fazlasıyla zor geliyor. Doğrudan konuya girerek bilgi akışını hızlandırma gibi bir eğilimim vardır.”

Kadınlarla ilişki kuramamasının nedeni doğrudan cinsellikle ilgili düşüncelerini söylemesidir. Alicia burada diğer kadınlardan farklı olarak ona tokat atmak yerine onun yanında kalır. O günden sonra üçüncü hayali parkta gazetelerdeki şifreyi çözmeye çalışırken karşısına küçük bir kız çocuğu olarak çıkar. Kız çocuğu, ilk hayali ve yakın arkadaşı olan Charles’in yeğenidir. Charles’e bir kızla tanıştığını söyler. Bu ikisi için de oldukça şaşırtıcı bir durumdur. Bu şu şekilde konuşmalarından bellidir:

“Bir kızla tanıştım.”

“Olamaz! İnsan mı?”

“Homo sapien.” şeklinde cevap verir John.

“İki ayaklı mı?” diye sorar Charles. Burada hala inanmakta zorluk çekildiği bellidir.

“Evet. Ve ihtimal hesaplarının aksine beni pek çok bakımdan çekici buluyor.”

John verdiği bu cevapla biri için önemli olmanın, değer görmenin genel durumunun istisnası olarak gördüğünü ifade eder. Charles buna karşılık olarak renkler ve zevkler tartışılmaz demesi üzerine kendi düşünce ürünü olduğunu hatırlarsak John’un benlik saygısının düşük olduğunu ve bu olumsuz düşünceyi kabullendiğini görüyoruz. Ve yine John evlenip evlenmeyeceğini sorar ve emin olmadığını söyler.

Fikrimce çevresinde mutluluğunu yani Alicia'yı, kendisi için pek rastlanmadık olan bu durumu anlatacak ve danışacak kişi olmadığı için bunları da hayali arkadaşına anlatır.

İlişkisinin uzun vadeli olabilmesi için bir kanıt, bir veri ister Alicia’dan. Alicia onun dilinden konuşarak aşkın evrenin genişligini bilmesiyle aynı şey olduğunu söyler ve kısa zamanda evlenirler.

Bu süreçte her gün gazete ve dergi keserek içindeki yazılardan kendince şifreler görür ve bunları bir posta kutusuna bırakır düzenli olarak. Son defasında William arabayla alır ve kaçmaya başlarlar. Ateşli silahla bir kovalamaca içine girerler. Arabayı atlatırlar ancak olayın etkisini John uzun süreler atlatamaz. Artık sürekli takip edildiğini düşünür. Bir gözü pencerede ve hep tehlikedeymişcesine tetiktedir. Bu sebepten Alicia’nın karanlıkta ışıkları açmasına kızar.

Üniversitede vereceği bir matematik konferansında kendisine doğru gelen adamları görünce Rus ajanları sanarak sahneden kaçar ve adamlar onu yakalayıp hastaneye götürürler. Kendisine yardım etmek isteyen psikiyatristi de kendini tehlikede hissetmesine neden olan Rusların ajanı sanar. İşte bundan böyle hastalığı fark etme ve tedavi süreçleri başlar.

Şizofreni tanısı aldıktan sonra ve iyileşme süreci:

Doktor, “Hastalığı şizofreni. Bu gibi hastaların çoğu paranoyak olur. John'un dünyasında bu gibi davranışlara kabul gösterilebilir. Ona yardım edebilmenin tek yolu gerçek olanla hayali olan arasındaki farkı gösterebilmek.”

Alicia, doktorla konuştuktan sonra John’un çalışmalarının peşine düşer. Gerçekleri görmeye başlar.

John Rusların kendisinin önemli biri olduğunu düşündüğü için kendisini öldürmek yerine oraya kapattıklarını düşünür. Alicia ise gizli posta kutusuna bıraktığı paketleri kendisine göstererek hasta olduğunu anlatmaya çalışır. John ilk başta reddetse de kolunda var olduğunu düşündüğü çipin yok olduğunu kolunu kanatarak içinde bulamayınca görür.

“Şizofreninin en kötü tarafı gerçekle gerçek dışını ayıramamaktır. Bir düşünün, tanıdığınız insanlar ve yerlerin sizin için en önemli anların ortadan kaybolmadığını, aslında ölmediğini ama hiçbir zaman var olmadığını öğreniyorsunuz.”

O zamanki tedavi koşullarında 10 hafta boyunca günde 5 kere insülin verilerek bir yatağın üzerine bağlanarak şiddetli titreşim verilir. Hastaneden çıktıktan sonra yeniden hayata tutunmaya çalışır. Matematiksel hipotezleri çözmeye çalışarak yeniden işine geri dönebileceğini düşünür. Ancak ilaçlardan dolayı kafasının bulandığını ve sonucu görmekte zorlandığını söyler. Eşi ve arkadaşı ona bu konuda destek olurlar ve hayatta çalışmaktan daha başka aktivitelerin olduğundan da bahsederler. Böylelikle hayata önce çöpü dışarı çıkararak başlar. Karısının ihtiyaçlarına karşılık veremediği, işini yapamadığı için, bebeğin bakımına yardım edemediği için ve karısı duygusal anlamda biraz uzaklaştığı için ilaç kullanmayı bırakır. Tekrar hayali kişiler karşısına çıkmaya başlar ve tekrar şifre çözdüğünü hayal etmeye başlar. Alicia evin yakınlarındaki eski bir kulübede yine kesilmiş dergiler ve gazeteler işaretlenmiş harfler bütün her yeri kaplayacak durumda görür. Küçük bebeklerini Charles'e emanet ettiğini düşünür. Bu kez Alicia ona burada kimse yok desede inanmaz. 

Ona örünmezlik serumu yaptılar. Çift kanımda erirken salgıladığı madde sayesinde ben onu görüyordum.” diyerek hayallerini kendi görüşüne göre mantığa oturtmaya çalışmıştır. Alicia tekrar doktora aramak istediğinde John’un hayallerinden biri olan William Parcher, Alicia’nın çok şey bildiğini söyleyerek işini bitirmesini söyler. Tam o sırada gerçekleri hayallerden ayırmaya başlar. Çünkü gördüğü küçük kızın hiçbir zaman büyümedigini fark eder.

Doktorla tekrar görüşürler. Daha yüksek dozda insülin şokları ve farklı ilaçlar teklif eder. John bu tedaviyi istemez. Zamanla bunu çözebileceğine inanır. Alicia’nın annesine gitmesini isteyerek bu hastalığı yalnız çözmesi gerektiğini düşünür. Alicia onu bırakıp gitmez ve yine her zaman yaptığı gibi onun yanında olmaya, ona destek olmaya devam eder.

Alicia ve John topluma karışmanın, toplumun bir parçası olmanın iyi geleceğini belirli düzeyde bir bağlantı, tanıdık yerler, tanıdık insanlar yararlı olabilirdi. Princeton’a gittiğinde hayalleri kendisine baskı yapmaya başlar. Hayali William Parcher ile okulun bahçesinde tartışmaya başlar ve okuldaki herkes bir daire oluşturup kendisini izler. O gün üzülmüştür ancak eşi yarın tekrar denemesi için ona cesaret verir. Ertesi gün hayalleri ile vedalaşır, onlara bir daha konuşmayacağını söyler. Öğrencilerle birlikte derslere girmeye ve kütüphanede çalışmaya başlar. Bu süreçte kendisini başaramayacağına inandırmaya çalışan hayalleri hala onunla birliktedir. Toplumsal baskıya da maruz kalır. Öğrenciler onunla alay eder, onu taklit eder, ona güler. Yıllar bu hayalleri görmezden gelmeye ve hayata atılmaya çalışarak geçer. Yıllar sonra bile hala hayalleri onun kafasını çelmeye çalışır ama John onları görmezden gelmek için sağlam bir iradeye sahiptir. Artık hayalleri de John’u rahatsız etmemeye başlar. John bu durumu şu şekilde anlatır: “Onlara aldırmamayı öğrendim sanırım bu yüzden onlar da eskisi kadar rahatsız etmiyorlar. Rüyalarımızda kabuslarımız da aynen onlar gibi değil midir? Onları beslersek canlı kalabilirler. Onlar geçmişimin bir parçası geçmiş herkesi rahatsız eder.”

 Kütüphanede öğrencilerle iletişim kurmaya, ders anlatmaya başlaması üzerine üniversitede öğretim görevlisi olarak işe başlar. Sonra kendisine Nobel’e aday gösterileceğini söylemeye bir adam gelir ve onunla birlikte çay salonuna giderler. Burada John'un dediği çok önemlidir, kendisini çok iyi ifade eder.

Hala olmayan şeyler görüyorum ama görmezden geliyorum. Beyin diyeti gibi. Belli tatlılardan uzak durmaya çabalıyorum. Belli düzenlere olan tutku gibi. Belki de benim tutkum hayal etmektir ne dersiniz?”

Ne sonra tıpkı öğrenci iken gördüğü gibi çay salonundaki insanlar gelip John Nash’ın masasına kalemlerini bırakırlar.

Ve Aralık 1994'te Nobel ödülünü alır. O gün bir hala hayallerini görmeye devam eder ama her zamanki gibi görmezden gelerek hayatına devam eder.

İyileşme sürecinde hastanede kalmamış ilaçlar yardımıyla toplumun içine karışarak, güçlü bir irade oluşturarak, kendince bir çözüm bularak ve en önemlisi de eşinin sonsuzda desteği ile hayata tutunmayı ve hastalıkla mücadele etmeyi başarmıştır.

Volga Volga Film Gösterimi

 Merhaba,  4 Ağustos Cuma akşamı saat 19:00'de Mavi At Kafe'de film gösterimi var. Bekliyoruz. Katılım için lütfen şu linki doldurun...