Şizofreni Dernekleri Federasyonu

Kültür ve Yaşam Ortamı Olarak Mavi At Kafe /Cansu Kaya

 




Merhaba, ben TOBB ETÜ Psikoloji bölümü öğrencilerinden Cansu. Birazdan okuyacağınız bu yazıyı sizinle Şizofreni Dernekleri Federasyonunun toplumla bütünleşme projesi olan Mavi At Kafe’deki deneyimlerimle ilgili paylaşımlarda bulunmak üzere kaleme aldım. Keyifli okumalar…

İlk staj deneyimimiz için Mavi At Kafeye giderken arkadaşlarımın kafasında ve tabii ki benim kafamda neler yapabileceğimize dair bir sürü soru işareti vardı. Tüm bu soru işaretleri stajımızın ilk günü Yasemin Hanımla ve dernekteki diğer üyelerle konuşunca bir anda netlik kazandı. İlgi alanlarımız doğrultusunda ne tarz aktivite ve etkinlikler yapacağımızı beraber şekillendirmeye çalıştık. Bana da bu yolda öncelikli olarak lisans hayatımda almış olduğum sanat tarihi dersleri yardımcı oldu. Sanat tarihi üzerine belirli konular hakkında sunum yapmanın iyi olabileceğini düşündük. Bunun için dernek üyeleriyle beraber onların merak ettiği konuların yer aldığı bir liste oluşturduk. Listede neler/ kimler yoktu ki: Sürrealizm, kübizm, soyut sanat, klasisizm, Rönesans ve Barok dönemleri, Joan Miró, Van Gogh, Kandinsky ve diğer akımlar/ sanatçılar/ dönemler… Merak edilenleri listelemek çok doğru bir hareket olmuştu çünkü sanatla alakalı sunumların herkesin ilgisini çekmeyebileceğine dair bazı endişelerim vardı, lakin bu endişelerim daha listeyi oluşturma aşamasında son buldu çünkü listeye baktığımda sanata ilgisi olmayanların haberdar olamayacağı sanatçıların ya da akımların yazıldığını görmüştüm. Sonra ilk haftadan itibaren bu konular hakkında paylaşımlarda bulunmaya başladık. Sunumları dinleyen herkesin ilgi, dikkat ve isteğini görmek hepimize çok iyi geliyordu. Elbette herkesin ilgisini çeken sunumlar değişkenlik gösterebiliyordu. Kimi fırça ile yüz hatlarının nasıl bu kadar gerçekçi aktarıldığına şaşırdığı için İnci Küpeli Kız’ı, kimi hayal gücünden etkilendiği Picasso’yu, kimi ise manzara resimleri ile kendi doğup büyüdüğü yer arasında kurduğu bağlantıdan ötürü John Constable’ın eserlerini daha ilgiyle dinliyor ve üzerine konuşuyordu. Söz konusu Dalí ve Kandinsky’nin eserleri olduğunda ise herkes muhakkak neler düşündüğünü söylüyordu, ne de olsa onların eserleri olanı olduğu gibi aktarmıyordu… Kandinsky’nin şekilleri ve renkleri nasıl kullandığı üzerine konuşmak güzeldi, Dalí ve eserleri üzerine konuşmak kadar olmasa bile… Salvador Dalí kesinlikle herkesin ayrı bir dikkatle dinlediği bir sanatçıydı. “Belleğin Azmi”ndeki tüm bileşenleri teker teker inceledikten sonra Dalí’nin daha az bilinen eserlerine geçmiştik, hatta onun kısa filmini izlemiş ve üzerine konuşmuştuk. Resimleri kadar bu kısa filmi de beğenmiştik, oldukça ilginçti. Sonrasında ise bizi René Magritte bekliyordu.

ceci n'est pas une pipe (bu bir pipo değildir)

diyordu Magritte. Peki ama bu bir pipo değilse neydi?! Bu soru için herkesin cevabını almıştık: Doğru cevap ise bu bir pipo değil, bir piponun resmidir olacaktı. Algılarımız ve imgeler üzerine konuşmak bizim için biraz kafa karıştırıcı olsa da günlük hayattan basit örneklerle konuyu biraz daha netleştirmeye çalıştıktan sonra Miró’nun neşe veren “Harlequin Karnavalı” bizi karşıladı. Sanıyorum ki sürrealist eserler arasında ne anlatıldığına dair yapılan tahminlerde doğru çıkma oranı en yüksek olan eser buydu. Tabii ki bu arada sunumları daha eğlenceli ve interaktif hale getirecek fikirler de aklımıza geliyordu. Şüphesiz ki bunların başında hemen herkesin her hafta büyük bir heyecanla beklediği “kahoot” geliyordu. Gittiğimiz günün sabahında muhakkak “Bugün kahoot yapacak mıyız?” sorusunu duyuyorduk, cevap ise “Tabii ki!”. Sunum konularına yönelik öğrendiklerimizi pekiştirmek adına çeşitli soruların yer aldığı minik testleri “kahoot” adlı site üzerinden bireysel ya da grup olarak yapıyor ve daima kazananı tebrik ediyorduk… Örneğin soyut sanat ve Van Gogh günlerindeki kazananlarımız Volga, Orçun ve Serkan Abi’yi tebrik ve tabii katılan diğer herkese de çok teşekkür ediyoruz…

        


           Söz konusu Rönesans olduğunda ise biraz mitoloji bilgisi iyi olabiliyordu. Botticelli’nin “Venüs’ün Doğuşu” ve “Primavera”sı üzerine konuşurken mitolojik karakterler hakkında bilgisi olanlar bizimle bilgilerini paylaşıyordu. Bazılarımız bu konuyla bir hayli ilgiliydik, tanrı(ça)lar hakkında güzel sohbetler ettik. Yavaş yavaş listenin sonlarına yaklaşırken Batı’daki sanat akımları üzerine yoğunlaştığımızı fark edip yönümüzü Asya’ya çevirdik. Bu sefer bizi Japon kültürü ve sanatından Kanagawa Açıklarında Büyük Dalga’nın yaratıcısı Katsushika Hokusai, günümüzde de oldukça popüler olan mangalar/ animeler ve ulusal bir telli çalgı olan “koto” karşılıyordu. “Naruto” ve “Death Note” gibi popüler mangaları inceliyor, kotonun rahatlatıcı tınısıyla huzur doluyorduk. Biraz bizim kültürümüzdeki kanuna benzediğini konuşuyorduk kotonun. Tabii ki yine ilgili olanlar için dinlediğimiz müziklerin linklerini birbirimizle paylaşıyorduk.

           Resim sanatının yanında mimari yapılarla ilgili de paylaşımlarımız oluyordu. Bunlar arasında ön plana çıkan ise şüphesiz Versay Sarayı idi. Görkemli mimari yapısı ve ihtişamlı peyzaj mimarisiyle bu saray, kimilerinin o an kısaca göz atabildiğimiz sarayın sanal turu için link istemesi kadar ilgi çekici bulunmuştu. Kimilerimiz ise Versay’ı İstanbul’daki saraylarla kıyaslamış, oradaki anılara minik bir ziyaret yapmıştık. Bunlara ek müzikle ilgili paylaşımlarda bulunduğumuz zamanlar da olmuştu. Konularımız ise jazz, blues ve ünlü kompozitörlerdi. Bazı teorisyenler “Blues” sözcüğünün anlamının köle yaşamında mavinin umutsuzluk ya da hüzün gibi duyguları çağrıştırdığından geldiğini söylüyordu. Oysa bu gerçekten mümkün müydü? Burada mavi; birlikte olma, saygı, dayanışma, güler yüz, iyi oluş, sevgi, yaşama sevinci ve güzel olan diğer her şeyle ilgiliydi… Renkler ve bize hissettirdikleri üzerine biraz konuştuktan sonra jazz ve blues türlerinin tarihi üzerinden kısaca geçmiştik. Bu bölümler daha az ilgi çekmişti belki ama sıra bu türlerin müziklerini dinlemeye gelince işler tabii ki baştan sona değişmişti. Bessie Smith, B. B. King, Jimi Hendrix, Eric Clapton, Ray Charles ve niceleri performanslarıyla eşlik etmişti bize. Sanıyorum ki en beğenilenler ilham verici yaşam öyküsü ve kendine has tarzıyla Ray Charles’ın şarkıları ve Clapton’ın Layla’sıydı…

Layla, got me on my knees
Layla, I'm begging, darling, please Layla
Darling, won't you ease my worried mind?

Sözleri bilenler şarkılara eşlik ediyor, bilmeyenler ise ritme ayak uydurup sözleri anlamaya çalışıyordu. Konu kompozitörlere geldiğinde ise herkesin mutlaka sayacağı birkaç isim oluyordu: Mozart, Beethoven, Bach, Vivaldi ve tabii ki Fazıl Say. Biraz da onların bestelerini dinleyip bahara hoş geldin diyorduk… İşte bizim sanat tarihi maceramız kısaca bu şekildeydi. Herkesin beğendiği, kendisinden bir parça bulduğu ya da hayretle incelediği eserler farklılık gösterse de herkesin az ya da çok ilgisinin olduğu bir alandı sanat… Uzun lafın kısası başta bazı tereddütlerimin olduğu bu sunumları gerçekleştirirken beraber öğrendiğimiz, eğlendiğimiz, sohbet ettiğimiz ve şarkılar söylediğimiz bu ortamı çok özleyeceğimin farkına stajımın son zamanlarına geldiğimde daha çok varıyordum. Mavi At Kafe gerçekten de kafe olmasının yanı sıra kültür, sanat ve yaşam ortamıydı aynı zamanda… Baştaki tereddütlerimizi daha ilk günden giderdikleri, dönem boyunca yaptıkları duygu, düşünce ve bilgi paylaşımlarıyla, meraklarıyla, sıcacık sohbetleri ve daimi güler yüzleriyle bizi ailenin bir parçası gibi hissettirdikleri ve yol arkadaşlarımız oldukları için herkese çok teşekkür ederiz. İyi ki varsınız…                     

                                                             Cansu Kaya

MAVİ AT KAFE İLE İLGİLİ GÜZEL BİR HABER

 



Mavi At Kafe'nin instagram sayfasında geçmişten günümüze Şizofreni Dernekleri Federasyonu etkinlikleri, Mavi At Kafe'nin öyküsü, kafedeki ve dernekteki paylaşımlar, dayanışmanın gücü, üyelerimizin ürettiği ürünler ve çalışma anlarına ilişkin fotoğraflar yer alıyor. Siz de bu hesabı takip edebilir ve arkadaşlarınıza  duyurabilirsiniz:

İnstagram: 

Mavi At Kafe ne kadar çok duyulur ve önemi ne kadar iyi anlaşılırsa şizofreni hastalığına ilişkin önyargılar azalacak ve şizofreni tedavisi gören bireyler tedavileri konusunda daha istekli ve yaşama üretken bir şekilde katılma konusunda engellere aldırmadan umutla, azimle  çalışacaklardır. Mavi At özgürlüğün iyileştirici gücünü vurgularken özgürlüğe eşlik eden sorumluluğun anlamlı bir hayat için olmazsa olmaz bir unsur olduğunu da belirtir. 

Şizofreni tedavisi gören bireylerin çalışmasına olanak sağlayan Mavi At Kafe'de müzik dinletileri, film gösterimleri ve söyleşiler de düzenlenmektedir. Etkinliklerle ilgili bilginiz olmasını istiyorsanız:

instagram hesabımızı  takip edebilirsiniz. 

Etkinlikleri beklemeden kafeye gelmek istiyoruz, hemen şimdi diyorsanız:

Mareşal Fevzi Çakmak Caddesi
31/8 
Beşevler 
Ankara adresindeyiz.

Yazıyı okumak için zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Volga Volga Film Gösterimi

 Merhaba,  4 Ağustos Cuma akşamı saat 19:00'de Mavi At Kafe'de film gösterimi var. Bekliyoruz. Katılım için lütfen şu linki doldurun...