Şizofreni Dernekleri Federasyonu

Şizofreni Kavramının Tarihsel Gelişimi

Şizofreni, ruhsal durumun hemen tüm alanlarında belirti ve bulgular gösteren, genellikle gençlik yıllarında başlayan, gidiş ve sonlanışı kişiden kişiye ve süreç içinde değişen, henüz etiyolojisi tam olarak bilinmeyen ve önemli ölçüde yeti yitimine yol açan bir toplum sağlığı sorunudur (Soygür,Erkoç,2007).

Şizofreni kavramının bugün algılandığı biçiminden bu yana geçtiği yollara bakınca, kendimizi M.Ö. 1400' lü yıllarda bulabiliriz. Hinduizm inancına ait Hint Veda yazılı metinlerinde (Veda, bilgi anlamına gelir) bugün seyri ağır geçen şizofreni belirtilerinin ayrıntılı olarak ele alındığı görülür. Bu metinlerde çıplak dolaşan,özbakımı azalmış,yaşamlarını boş ve anlamsız bir şaşkınlıkla geçiren, din ile ileri derecede ilgilenen kendini Tanrı zanneden, zehirleneceğinden korkan, yeni bir tufana neden olmamak için işemeyi reddeden insanlardan söz edilmiştir. Aynı şekilde bir Çin metni olan "sarı imparatorun dahili tıp klasiği" de M.Ö.1000' li yıllarda ruhsal rahatsızlıkların fiziksel rahatsızlık olarak ele alındığı bir yazılı kaynaktır. Eski Yunan mitoloji metinlerinde de şizofrenide rastladığımız davranışlara değinildiği saptanmıştır. M.Ö. 400’lü yıllarda, ruhsal bozukluklar ilk kez Hipokrat tarafından tıbbi bir durum olarak ele alınmıştır. Hipokrat' ın melankoliyi, "kara safranın beyin üzerindeki etkisiyle ruhun kararması" şeklinde tanımlamasıyla, ilk kez ruhsal bozukluklarla beyin biyokimyası arasında bir bağlantı kurulmuş olmaktadır.

M.S. birinci yüzyılda Kapadokyalı hekim Arateus’un ve M.S. ikinci yüzyılda hekim Soranus’un yazılarında bugün şizofreni olarak tanı koyulabilecek belirli vakalar canlı bir ifade ile anlatılmıştır. Romalı hekim Galen (M.S.130-200), tıp ve ruhbilim arasındaki ilişkiyi en çok bütünleştiren hekim olmuştur.
Ortaçağ Avrupası’nda, ruhsal sorun yaşayanlar, ruhunu şeytana teslim etmiş kişiler olarak işkencelere maruz kalmışlar, diri diri yakılmışlardır.(Cadı avı)
Kudüs ve Bağdat gibi kentlerde sekizinci yüzyıldan itibaren ruhsal sorun yaşayan kişiler için hastaneler yapılmıştır. İbni Sina’nın hekimler için temel başvuru kaynağı olan “Kanun” adlı kitabında  on iki çeşit ruhsal sorun tanımlanmıştır. İslam dünyasında ilk Bimarhaneler (Darüşşifa) kurulmuştur. On dördüncü yüzyılda Floransa, İspanya, Belçika ve İngiltere' de ilk akıl hastaneleri (Asylum) açılmıştır. On sekizinci yüzyılın sonlarından aydınlanma devriminin gerçekleşmesine kadar da, ruhsal sorun yaşayan bireyler, hem korkulan ve kapatılan, hem de alay konusu edilip eğlenilen bir konumda olmuşlardır.

Şizofreninin tanı, tedavi ve araştırma süreçlerine ilişkin öncü adımların on sekizinci yüzyılda atılmaya başlandığı söylenebilir. Bu yıllar, Fransa’da Philippe Pinel’in 1793’de ruhsal sorun yaşayan kişilerin zincirlerini çözerek modern psikiyatrinin başlangıcını oluşturduğu sürece eşlik eden yıllardır. Pinel,gözlemlerine dayanarak geliştirdiği sınıflandırma denemesinde; mani, melankoli, zeka geriliği ve demans gibi sorunları tanımlamıştır( Soygür,Erkoç,2007).

Şizofreni kavramsal olarak Yunan kökenli schizein (bölmek) ve phren (zihin) kelimelerinin  birleşimiyle ortaya çıkmıştır. Bölünmüş zihin anlamına gelen şizofreni kavramını literatüre kazandıran kişi İsviçreli psikiyatrist Eugen Bleuler (1857-1939) olmuştur.
Kavramın keşfine Alman psikiyatrist Emil Kraepelin' in (1856-1926) katkısı, Bleuler ile ayrışarak olmuştur. Kraepelin şu an şizofreni olarak adlandırdığımız kavramı,1898'de “demans preacox” (erken bunama) olarak tanımlamış ; erken başlangıç ve ilerleyici kaçınılmaz entelektüel bozulmanın (demantia) ortak bir yapı oluşturduğunu düşünmüştür. Kraepelin geniş kabul gören kapsamlı bir “şizofreni” tanımlaması yapan ilk ruh hekimidir. Bu terimle şizofreninin başlangıç ve sonlanışını imlemiş; sınırlarını manik-depresif psikozdan ayırmıştır. Çalışmalarını sürekli gözden geçiren Kraepelin, psikiyatrik hastalıkları, sonlanışlarına göre, yıkım gösterenler (dementia praecox) ve göstermeyenler (manik-depresif psikoz) olmak üzere iki büyük grupta toplayarak işe başlamış, daha sonra da dementia praecox adını verdiği tabloyu hebefrenik tip, katatonik tip ve paranoid tip olmak üzere üç sınıfa ayırarak sınıflandırmasının esaslarını tamamlamıştır (Soygür,Erkoç,2007).
Bleuler ise bu durumun mutlaka erken başlangıçlı olmadığına ve kaçınılmaz olarak demansa ilerlemeyeceğine inanıyordu. Bu nedenle "dementia praecox" (erken bunama) etiketini kabul etmeyip, şizofreni terimini önermiştir.
Başlangıç yaşının ve kötüleşen seyrin, tanımlayıcı özellikler olmadığının kabul edilmesiyle birlikte, Bleuler kavramsal bir sorunla karşı karşıya kalmıştır. Şizofreninin belirtileri, insanlar arasında büyük ölçüde farklılık gösterebiliyordu. Bu yüzden farklı diğer rahatsızlıkları ortak bir paydada belirlemesi gerekiyordu. Bu amaçla benimsediği mecazi kavram, "çağrışımsal zincirlerin kırılması" oldu. 
Çağrışımsal zincirler sadece kelimeleri değil düşünceleri de birleştiriyordu. Amaca yönelik etkili düşünme ve iletişim, sadece bu yapılarda sorun olmadığında mümkün oluyordu. Çağrışımsal yapıların şizofrenide sorunlu bir yapıda olduğu düşüncesi daha sonra diğer rahatsızlıkları açıklamak için de kullanılabilirdi.
Kraepelin erken bunama belirtileri olan kişilerin küçük bir yüzdesinin kötüleşmediğini fark etmişti ancak bu tanısal kategoriyi hastalık seyri kötü olan kişilerle sınırlandırdı. Bleuler' in çalışması ise sorunun daha kapsamlı bir kavramsallaştırmasını beraberinde getirdi. İyi seyire sahip bazı kişileri de şizofreni olarak teşhis etti ve diğer klinisyenlerden farklı tanılar alabilecek birçok kişiye şizofreni tanısı koymuştur.

1933 yılında Manfred Joshua Sakel şizofrenide insülin koma tedavisini geliştirmiştir. 1934 yılında Leland E. Hinsie şizofreni tedavisiyle ilgili oksijen depvirasyonu (yoksunluk) ve CO2 inhalasyonu (soluma) tedavisini geliştirmiştir. 1940-1950' li yıllarda ise özellikle ABD'de şizofreni tedavisi gören kişilerin beyninin bir bölümünün cerrahi olarak alınması anlamına gelen lobotomi oldukça rağbet görmüştür. Bu dönemde sadece ABD'de 50.000 kişiye lobotomi uygulandığı öne sürülmüştür. 1952'de Delay, Deniker ve Harl ilk psikofarmakolojik ajan olan kloropromazini bulmuştur. 1954 Mueller, Schlitter ve Bein, rauwolfia bitkisinden üretilen reserpini bulmuştur ve ilaç olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1965 Goldberg, Kelrman ve Cole şizofreninin pozitif belirtilerini diğer belirtilerden ayırt etmişlerdir.
Günümüzde dünyanın hemen her yerinde uzmanlar görüş birliği içerisinde aynı ölçütleri kullanarak şizofreni tanısı koymaktadır. Bu son derece olumlu bir gelişmedir. Çünkü şizofreninin kendine özgü bir belirtisi yoktur, ancak belirtiler kümesinin bir dönemde bireyin yaşamına olan etkisi göz önüne alınarak şizofreni tanısı konulur (Yıldız,2018). Günümüzde kullanılan en önemli iki tanı kriteri olarak, Amerikan Psikiyatri Birliği' nin DSM-5 (Ruhsal Hastalıkların Tanı ve Sınıflandırması) ve Dünya Sağlık Örgütü' nün ICD-10' u (Ruhsal ve Davranışsal Bozukluklar Sınıflandırması) kabul edilir.

Hazırlayan: Sibel Aksüt

Kaynaklar

Soygür, H., Alptekin, K., Atbaşoğlu, C.E., Herken, H., Şizofreni ve Diğer Psikotik Bozukluklar. Ankara,
Türkiye Psikiyatri Derneği, 2007.

Kring, Ann M., Johnson, Sheri L. Anormal Psikolojisi, Şahin, M. ( Çev. ed.), Nobel Akademik Yayıncılık, 2019

Yıldız, M. Şizofreni, Hastalığı Anlamak ve Onunla Yaşamayı Öğrenmek, Umuttepe Yayınları, Kocaeli, 2018

Görmezden Gelmeyelim Şizofreninin Tarihçesi 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Volga Volga Film Gösterimi

 Merhaba,  4 Ağustos Cuma akşamı saat 19:00'de Mavi At Kafe'de film gösterimi var. Bekliyoruz. Katılım için lütfen şu linki doldurun...