Şizofreni Dernekleri Federasyonu

Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu'nun 2016 Yılında Prof. Dr.Haldun Soygür İle Yaptığı Röportaj

Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu'nun 2016 yılında Prof. Dr.Haldun Soygür ile yaptığı bu röportajı, TPÖÇG izni ile paylaşıyoruz. Röportaj, TPÖÇG’nun çıkardığı PsiNossa adlı derginin 2016 yılı, Haziran ayı, 18.sayı “Damgalama” konulu içeriğinde yayınlanmıştır.

TPÖÇG hakkında detaylı bilgi için https://www.tpocg.org/hakkimizda/ inceleyebilirsiniz.

İyi okumalar..

1-Şizofreni nedir? Neden şizofreni alanında çalışmayı tercih ettiniz?

Şizofreni, düşünce, algılama, duygu ve davranışta bir dizi bozukluğa yol açan; belirti, bulgu, gidiş, sonlanım ve tedavi bakımından çeşitlilikler gösteren, hastalar ve yakınları için ağır yükler oluşturan bir ruhsal hastalıktır. Şizofreni, bireysel ve toplumsal maliyeti yüksek bir hastalık olması nedeniyle tüm dünyada bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilmektedir. Herhangi birimizin bu hastalığa yakalanma oranı yaklaşık olarak %1’dir. Günümüzde klinik olarak şizofreniye benzeyen hastalıklar, şizofreni spektrum bozuklukları kapsamında tanımlanmaktadır. Bu kapsam içinde yer alan şizoid kişilik bozukluğu, şizotipal kişilik bozukluğu (% 1-4) şizoaffektif bozukluk ve sanrılı bozukluğu da katarak bir yaşam boyu yaygınlık oranı verirsek, oran %5’e ulaşmaktadır. Şizofreni hala insan ruhunun en karmaşık ve en gizemli hastalığı olma özelliğini sürdürmektedir. Günümüze dek gerçekleştirilen onca çalışma ve ilerlemeye karşın, şizofreni alanında çalışmak bir tür keşif gezisi yapmak gibidir. Hiçbir kuralı izlemeyen sadece kendi kurallarını izleyen bir hastalıkla ilgilenmek, bir hekim ve bir ruh sağlığı çalışanı için çok çekici geliyor bana. Tüm kuramsal tartışmaların ötesinde, şizofreni hastaları ve yakınları çok ciddi beklentiler içindedir. Herhangi bir şizofreni hastasının gereksinimlerinin karşılanması ve toplumda hak ettiği yeri alabilmesi için atılacak her adım değerlidir. Bir bilim ve sanat olarak psikiyatriye düşen, tanı ölçütlerinin dar sınırları içinde sıkışıp kalmak değil, hasta ve ailesine insan insana bir ilişki içinde ulaşmak ve mevcut tüm tedavi ve iyileştirim olanaklarını sağlamaktır. Geçmişteki ustaların söylediği gibi, şizofreni ile uğraşmak sevgi, bilgi, sabır ve emek gerektiriyor. Fakat tek bir şizofreni hastası için sağladığımız en küçük bir katkı bile bu emeğe değer diye düşünüyorum.

2-Uykusuz Çocuklar: Şizofreni Yazıları kitabınızda yer verdiğiniz, bir yazar arkadaşınızın “Şizofrenisi olan birisi, ıssız bir adada sadece bir insandır.” sözüyle ne demek istediğinizi biraz daha açar mısınız?

Burada şizofreninin toplumsal boyutu vurgulanıyor. Tek başına bir insan için anlamlılığı ya da anlamsızlığı değerlendirilmeyecek olan bir durumun, toplumsal bir ortamın varlığında nasıl ciddi bir sorun haline gelebileceğine gönderme yapılıyor. Öte yandan unutmamamız gereken şu ki, Edip Cansever’in sözleri ile söyleyeyim, “İnsanın insandan başka dayanağı yok. Yalnızlık bile başkalarının varlığı ile anlam kazanıyor.”

3-Şizofreninin belirtileri nelerdir, kısaca açıklar mısınız?

Şizofreni tanısı klinik belirtiler ve hastalık süreci ile konulur. Şizofrenideki belirtileri 5 ana küme altında toplayabiliriz.

1-Pozitif belirtiler

• Sanrılar: gerçek bir temeli olmayan, mantık dışı, alışılmamış garip inanç ve düşüncelerdir. Sanrıların çok ağır olması durumunda hastanın yaşamı önemli derecede etkilenir, bu durum hasta ve yakınlarının esenliğini ve güvenliğini etkileyecek sorumsuz ve uygunsuz davranışlara neden olabilir. Sanrılar konularına göre aşağıdaki gibi gruplanabilir.

-Büyüklük sanrıları: Peygamberdir, başbakanlığa adaydır, sonsuz bir gücü vardır, büyük bir buluş yapmıştır vb..

-Alınma sanrıları: “ Benim hakkımda konuşuyorlar, radyo ve televizyonda bana laf atıyorlar, evime gizli araçlar yerleştirmişler, beni gözlüyorlar. “ vb..

-Şüphecilik ve kötülük görme sanrıları: kişi gerçeğe dayanmayan bir biçimde başkalarının kendisine zarar vermeye çalıştığına inanır, savunucu, güvensiz ve kuşkucu bir tutum içine girer.

-Etkilenme sanrıları: “Düşünce yolu ile gizli güçlerle başkalarının davranışlarını yönetiyorum.”

-Düşünce sokulması: “Kafama düşüncelerini sokuyorlar. Davranışlarımı yönetiyorlar. Ben düşüncelerimi başkalarının kafasına aktarıyorum.” gibi

-Düşünce okunması: “Düşüncelerimi olduğu gibi okuyorlar” veya “Ben düşünceleri okuyorum.”

-Düşünce yayılması: Düşüncelerin çevreye, bütün dünyaya yayınlanması.

-Erotomanik Sanrılar: “Herkes kendisine aşıktır.”

-Küçüklük sanrıları : “Ben bir işe yaramam, değersizim, tedavi edilmeye değmem.” gibi

-Nihilistik sanrılar: “Ben yokum, ben ölmüşüm, kalbim, midem, bağırsaklarım çürümüş, erimiş, yok olmuşlar gibi.”

-Somatik sanrılar:” Bende kanser, AIDS var.”

-Depersonalizasyon sanrıları : bedenin ve çevrenin acayip biçimlerde değişmesine ilişkin sanrılardır. Bunlar beden görünümüne ilişkin sanrılardır. “Ben hem erkek hem kadınım.”, “ellerim ayaklarım büyüyor değişiyorum.”

-Derealizasyon sanrıları : “çevre başkalaşmış, burası benim kasabam değil, çevremdekiler değişmişler, annem babam değişmişler, onları tanımıyorum.”

• Varsanılar: bireyin ortada bir dış uyaran yokken beş duyu ile ilgili uyaranlarını algıladığını ifade etmesidir. Genellikle işitme, görme, dokunma, tat ve koku varsanıları olabilmektedir. Şizofrenide daha çok işitme varsanıları olur. Varsanılar, ağır ya da çok ağır olduğu durumlarda hastanın günlük yaşamını etkisi altına alabilir. Varsanılara sanrılı yorumlar eşlik edebilir ve kişi bu sanrı ve varsanıların etkisi altında kendisi ya da çevresindekilerinin güvenliğini tehlikeye atabilir. Kimi kez uyaranların yanlış algılanması ve yorumlanması olarak tanımlanan yanılsamalar ortaya çıkabilir.

• Düşüncede ve davranışta dağınıklık: bireyin düşünce süreci hedefe yönelik işlememekte, dağılmakta ve bu nedenle düşünce sürecinde çevresel düşünce, teğetsel düşünce, çağrışımlarda kopukluk, düşüncelerini bir sonuca bağlayamama, düşüncelerde anlamsızlık veya düşünce blokları ortaya çıkabilmektedir. Hastanın hareket ve davranışlarında aşırı bir hızlanma, çevresel uyaranlara karşı tepkisinde artma, duygu durumunda hızlı değişmeler olabilir. Taşkınlığın çok ağır olması halinde bireyin yemesi ve uyuması ciddi biçimde etkilenir. Kişilerarası ilişki olanağı ortadan kalkar. Hasta bir yandan anlaşılmaz bir tutum sergilerken, bir yandan da çok bitkin düşebilir.

2-Negatif Belirtiler

• Duygulanımda küntleşme: bireyin duygusal yanıtında yüz ifadesinde ve duygularının düzenlenmesindeki azalma ile birlikte iletişim kurma amacı ile kullandığı el kol hareketlerindeki azalma ile kendini gösteren bir bulgudur. Çok ağır olması durumunda bireyin yüz ifadesinde ve iletişim kurmada kullandığı el kol hareketlerinde hiçbir değişim olmaz. Hasta sürekli boş ya da heykelleşmiş gibi bir ifade içinde olabilir.

• Anhedoni: Bireyin haz alma, zevk alma yetisini yitirmesi ve bu tür etkinliklerden uzaklaşmasıdır.

• Toplumdan uzaklaşma: ilişki kurmada güçlük ortaya çıkar; hastanın kişilerarası ilişkilerinde kendisini başkalarının yerine koyamaması, görüştüğü kişi ile yakınlık kuramaması ya da bu kişiye karşı ilgisiz kalmasıdır. Bu bulgunun çok ağır olduğu durumlarda, hasta yanındaki kişiye karşı tamamen ilgisiz kalabilir, tamamen kayıtsız olabilir, sözel ve sözel olmayan iletişim kurmaktan kaçınabilir.

• Avolüsyon: bireyin bir işi başlama, sürdürme ve sonlandırma yetisinin ortadan kalkmasıdır. Birey iradesini gösteremediği, enerjisinde azalma olduğu bir edilginlik ve kayıtsızlık içinde olduğu için toplumsal etkileşimlere yönelik ilgi ve girişimleri azalmıştır. Böylece kişiler arası ilişkileri ve günlük aktiviteleri azalır.

• Aloji: konuşmanın kendiliğinden ve akıcı olmasının kaybı; bireyin konuşma sürecinde akıcılığı ve üretkenliğinde azalma ortaya çıkar.

3-Bilişsel bozukluğa ilişkin belirtiler

Şizofreni esas olarak bireyin ana zeka fakültelerindeki bir bozuklukla karakterize edilmeyen bir hastalık olmakla birlikte, hastalığın gidişi sırasında dikkat, bellek, öğrenme gibi bilişsel işlevlerde kimi bozukluklar ortaya çıkabilir. Bunlar arasında dikkati odaklama ve sürdürmede bozulma, akıl yürütmede, sorun çözme becerisinde ve öğrenmede güçlükler ve karışık işlemleri adlandırmada yetersizlikler yer alır. Dikkat, dil, bellek ve işlem hızı kritik derecede önemlidir ve kötü sosyal ve mesleki sonuçların birçoğundan sorumludur.

4-Agresif ve hostil belirtiler

Şizofrenide, özellikle hastalığın alevlenme döneminde, bireyin kendine ya da başkalarına zarar verme riskini ortaya çıkaran dürtü denetiminde bir sorun gelişebilir. Hasta bu dönemde cinsel taşkınlığı da içeren çeşitli davranışlarda bulunabilir.

5-Depresyon ve anksiyete belirtileri

Şizofreninin gerek başlangıcında gerek gidişinde hastanın kaygılı olma hali, sinirlilik, endişe, huzursuzluk gibi belirtilerle kendini gösteren anksiyete ve üzüntü, kendine güvende azalma, çaresizlik duygusu, karamsarlık, umutsuzluk ve suçluluk duyguları gibi belirtilerle kendini gösteren depresyon ortaya çıkabilir.

4-Şizofrenisi olan bireye karşı nasıl yaklaşılmalıdır?

İlk ve öncelikli amacımız, kişi ile güvenilir, sürekli ve tutarlı bir ilişkiyi başlatabilmektir. Böyle bir çaba hasta ile ilgili bilgi toplamak ya da belirtileri araştırmaktan daha fazla önem taşır. Bir ilişki oluşturmak hastanız için zaman ayırmanızı ve onu dinlemenizi gerektirir. Günlük pratikte, tüm hastalarımız ile ilgili genel bir zaman sıkıntısı çekerken, şizofreni hastalarına nasıl olup da zaman ayıracağınıza ilişkin bir kaygı yaşamanız anlaşılır ve doğaldır. Ancak görüşmeye zaman telaşına kapılmadan sakin bir şekilde başlamayı başarabilirseniz, hedeflerinize çok daha çabuk ulaşabilirsiniz. Hastanız da sizin zaman ihtiyacınıza saygı gösterecektir. Görüşme sözcüğünü olabildiğince geniş kapsamlı algılayın ve örneğin hastanıza çay ikram etmeyi yadırgamayın. Başlangıçta hastanın sanrılarını, varsanılarını tartışmak, hem sizin hem hastanız için yorucu ve ilişkiyi engelleyici olacaktır. Sanrılar ve varsanıları ele almanın en iyi yolu, onları saygılı bir biçimde dinlemek ve hiçbir zaman hafife almamaktır. Kendinizi hastanızın yerine koyarak, bu belirtilerin onu tedirgin edebileceğini, üzebileceğini ya da rahatsız edebileceğini anlamaya çalışın. Şizofreniye yıllarını vermiş bir hekim olan E.Fuller Torrey’ in şu sözlerini daima aklınızda tutun: “bu hastalığa yakalanmış olmak başlı başına kötü bir şeydir. Bu hastalığa hiç yakalanmamış olanlarımız kendimize sormalıyız, eğer beynimiz bize oyun oynamaya başlasaydı, eğer başkalarının işitmediği sesleri bize bağırsaydı, eğer duyguları hissedebilme ve mantıklı düşünme yetimizi kaybetseydik neler yaşardık? Böyle bir durum herkes için kesinlikle taşınması ağır bir yük olurdu. Üstelik en yakınımızda bulunanlar, bizden uzaklaşıp bizi gözardı etmeye başlasalardı, söylediklerimizi işitmeseler, yaptıklarımıza önem vermeseler neler hissederdik? En çok sevdiğimiz insanlar her gün yaptığımız davranışlardan utanç duysalardı neler hissederdik?”
Hastanızın fikirleri ya da fantazileri size ne kadar anlamsız gelirse gelsin, onunla iddialaşmayın ve onu ikna etmeye kalkışmayın. İkna çabanız işe yaramaz hatta hastanın yaşamındaki olumsuz kişilerden birisi de siz olabilirsiniz. Hastanızın söylemek istediklerini saygıyla ve ona geri yansıtarak dinleyin. Eğer hasta sessiz kalmayı tercih ediyorsa, bunu kabul edin ve hastayı konuşmaya zorlamayın. Eğer hasta ajite, kaygılı ya da endişeli ise, “ ne kadar öfkeli (duruma göre tedirgin, endişeli, kaygılı) olduğunu kesinlikle anlıyorum. Eğer ben de benzer bir durumda olsaydım aynı şeyleri hissederdim.” deyin. Kızmak, bağırmak, müstehzi bir şekilde gülmek, alay etmek gibi davranışlarla ilişki şansınızı yok edeceğinizi unutmayın. Herhangi bir konuda kendi görüşünüzü bildirirken saygıyla izin isteyin. Bu tutum, hastanıza güç vermenizi ve kontrolün onun elinde olduğu hissini edinmesini sağlar ve kendisini küçük düşürülmüş hissetmez.
Hastanın kendine olan saygısını arttıracak her etkinliği destekleyin. Başarılı olduğu en küçük bir konuyu bile atlamadan onu yüreklendirme, övme fırsatını kaçırmayın. Hasta ne kadar hostil, saygısız, kayıtsız, haşin davranırsa davransın hiçbir zaman cezalandırmayın ya da reddetmeyin. Ona bir çocuk gibi davranmayın. Hastanın benlik gücünü artırmak ve benlik sınırlarını güçlendirmek (hastaya ait olanla diğer kişilere ait olanın ayırt edilmesi) için çaba sarfedin. Hastanın stres eşiğini yükseltmek için uğraş verin. Destekleyici bir ortam oluşturun. Sunduğunuz terapötik ortam bir tür sığınak olsun. Uzlaşmayı ve ortaklık kurmayı hedefleyin. Yapamayacağınız sözleri vermeyin. Bazı zor sorular karşısında zaman kazanmak için yanıtı erteleyin. İçten ve açık olun. Gerektiğinde özür dileyin. Hastanın ihtiyaçlarını belirleyerek birlikte yardım alma verme konusunda nedenler bulmaya çalışın. Onun hayatında önem verdiği şeyler üzerine oturan motive edici etkenlere odaklanın. Hasta, hastalığını kabul ediyorsa, onun hasta olma ihtiyacına saygı duymayı; hasta olduğunu kabul etmiyorsa ( içgörü yok) onun gerçekleriyle savaşmamayı ilke edinin. Uzlaşmayı ve ortaklık kurmayı sağlamak için gayret sarfedin. Hastalığını kabul eden ve işbirliği yapan bir hastanız varsa, onu hastalık ve tedavisi hakkında eğitin (hastalığın alevlenmesindeki öncü belirtilerin tanınması, düzenli ilaç kullanımının alevlenmeleri önlemedeki rolü, ilaç yan etkileri vb).

5-Şizofreni tedavisinde ilaçların etkisi nedir?

İlaçlar şizofreni tedavisinin en önemli bileşenidir. İlaçsız şizofreni tedavisi olmaz. Ancak bu sadece ilaç tedavisinin yeterli olabileceği anlamına da gelmez. Sonuçta hiçbir ilaç, insana yaşamla nasıl başa çıkacağını öğretemez ve iki insan arasındaki ilişkinin yerini hiçbir ilaç dolduramaz. Antipsikotik ilaçların ilki olan Klorpromazin’in şizofreni tedavisinde kullanılmaya başlamasından bu yana geçen 60 yıla yakın süre içinde, bu ilaçların özellikle pozitif belirtiler üzerindeki etkisi açık olarak kanıtlanmış olmasına karşın ,tipik antipsikotik ilaçlarla tedavinin, olguların bir bölümünde yetersiz kalması ve hastaların yaşamlarını kısıtlayabilen önemli yan etkilerinin olması, terapötik etkinliği daha fazla, yan etkisi daha az yeni antipsikotik ilaçların aranmasına yönelik çabaları hızlandırmıştır. Günümüzde antipsikotik ilaçlar, iki ana grup halinde değerlendirilmektedir. Bir grup “klasik” ,”geleneksel” ya da “birinci kuşak” olarak da tanımlanan tipik antipsikotik ilaçlardır. İkinci grup ise “yeni” ya da “ikinci kuşak” olarak da tanımlanan atipik antipsikotik ilaçlardır. Tipik antipsikotik ilaçların ortak özelliği, merkezi sinir sisteminde dopamin D2 reseptörlerini bloke etmeleri ve ekstrapiramidal yan etkilerinin fazla olmasıdır. Atipik antipsikotik ilaçlar ise, etki düzenekleri açısından farklılıklar taşırlar fakat ortak özellikleri ekstrapiramidal yan etkilere neden olmamaları ya da daha az neden olmalarıdır. Tipik antipsikotik ilaçlar, şizofreninin hem akut alevlenme döneminin tedavisinde hem de sürdürüm tedavisinde etkilidir. Bu ilaçların uzun süreli kullanımının şizofrenide alevlenme oranını yaklaşık üçte iki oranında azalttığı ve alevlenme ortaya çıksa dahi şiddetinin daha hafif olduğu, tehlikeli davranış ve istem dışı hastaneye yatış oranının azaldığı gösterilmiştir. Tipik antipsikotikler, pozitif belirtiler üzerinde belirgin etki göstermelerine karşın negatif belirtiler ve bilişsel yetmezlikler üzerinde etkili bulunmamışlardır. Atipiklerin bilişsel yetmezlikler üzerindeki olumlu etkileri araştırılmaktadır. Son yıllarda art arda gerçekleştirilen bazı bağımsız çalışmalarda klinik etkinlik açısından atipiklerle tipikler arasında fark bulunmadığı bildirilmiştir. Buna karşın tipik antipsikotiklerin atipiklere göre belirgin olarak çok daha fazla ekstrapiramidal belirtilere neden oldukları ve 10 kat fazla tardif disknezi riski taşıdıkları saptanmıştır. Atipik antipsikotiklerin ise endokrin ve metabolik yan etkileri sorun yaratabilmektedir.

6-Şizofreninin sıklık ve yaygınlığı ne orandadır?

Sıklık ( insidans) belirli bir toplulukta ve belirli bir zaman içinde belirli bir hastalığın yeni ortaya çıkan olgu oranı olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle sıklık çalışmaları, hastalıkla ilgili risk etmenlerinin araştırılması bakımından önem taşımaktadır. Kullanılan tanı ölçütlerinin, araştırmadan araştırmaya değişmesi; hastaneye ilk yatış, tedaviye ilk başvuru, psikoza ilişkin ilk belirtilerin görülmesi gibi dolaylı göstergelerin farklılıklar göstermesi; hastalık başlangıcının nasıl tanımlanacağı konusundaki muğlaklık ve yeni vakaların hepsinin saptanmasındaki güçlükler gibi nedenler sıklık araştırmalarına ilişkin sorun alanlarını oluşturmaktadır. Şizofreninin yıllık sıklığı binde 0.2 olarak hesaplanmaktadır.
Yaygınlık (prevalans), belirli bir toplulukta ve belirli bir zaman içinde belirli bir hastalığın eski ve yeni tüm olguların oranıdır. Yaygınlık çalışmaları, hastalığın toplumda oluşturduğu yükün ve hastalıkla ilgili gereksinimlerin araştırılmasına hizmet etmesi nedeniyle önemlidir. Şizofreninin yaşam boyu yaygınlığına ilişkin olarak, öteden beri klasik kitaplarda yer alan % 1 oranı, son yıllarda gerçekleştirilen kapsamlı ve sistematik gözden geçirme yazılarında sorgulanmaya başlamıştır. Bu çalışmaların sonuçlarına göre, şizofreni için nokta yaygınlık oranı için binde 5; yaşam boyu yaygınlık oranı için binde 4-8.2 arasında ortanca değerler bildirilmiştir. Bazı araştırmacılar, şizofreni için yaşam boyu hastalanma riskini % 0.7 olarak hesaplamıştır. Şizofreninin sıklığında bir artış ya da azalma olup olmadığı ve bir değişim varsa yaşanan alanlara göre bir farklılık gösterip göstermediği de henüz tam olarak yanıtlanamamış bir konudur. Her ne kadar Dünya Sağlık Örgütü’nün 1970’li yıllarda ortak yöntem kullanarak 10 ülkede gerçekleştirdiği çalışmada ülkeler arasında kayda değer bir fark olmadığı saptanmışsa da, günümüzde özellikle sosyal sınıf, kentleşme, göç gibi etmenlerle şizofreni sıklığı arasındaki ilişkiye dikkat çekilmektedir.

7-Bu konuda yaptığınız mükemmel bir çalışma olan “Mavi At Hep Koşsun” projesi ile yola çıktığınız, şizofreni hastalarının çalıştığı Mavi At Kafe’yi açtınız bunun için gerçekten örnek olarak gösterilecek bir insansınız. Bize biraz Mavi At Kafe’ yi anlatır mısınız ismi neden Mavi At, müşterilerinize neler sunuyorsunuz?

Mavi At Kafe /Kültür Yaşam Ortamı, 2 temel hedefle yola çıkmıştır:
1-Şizofreni hastalarına iş ve ruhsal iyileştirim olanağı sağlamak.
2-Sunulan hizmetler aracılığıyla genel toplumu oluşturan insanların şizofreni hastaları ile doğrudan temas etmelerini sağlayarak ve şizofreni kavramını merkeze alan bir kaynaşma ortamı yaratarak, damgalama ve ayrımcılığa meydan okumak. 
Mavi At Kafe’de bir kafede sunulan hizmetlerin hemen hepsi bir hasta yakını ve bir hizmet sektörü işçisi eşgüdümünde hastalar tarafından sunulmaktadır. Bu hizmetler arasında, sunulan yiyecek ve içeceklerin hazırlanması, rezervasyon, masalara servis, bulaşık, temizlik, toplantı organizasyonları bulunmaktadır. Mavi At bağımsız bir kuruluştur, devletten hiçbir destek görmemektedir; ancak gücünü ve gerektiğinde yardımı Şizofreni Dernekleri Federasyonu’ndan almaktadır. Hastaların dörder saatlik vardiyalarla hizmet verdiği Mavi At Kafe, Ankara Beşevler' de bulunmaktadır. Kafede olağan akışın dışında düzenlenen çeşitli faaliyetler (söyleşi, dinleti, film gösterimi, kurs, panel, konferans, çalışma grubu vb.) ile ikinci el eşya satışı da yapılmaktadır. Gerçekleşmesinde kafede çalışan hastaların aktif rol aldığı bu faaliyetler de ortamın toplumsal etkileşime daha da açık olmasını sağlamaktadır. Sağaltıcı topluluk kavramının temel ilkeleri ile çalışılan kafede, hastalar, yakınları, gönüllüler, ruh sağlığı çalışanları, hekimler ve “müşteriler” eşit ve demokratik bir ortamı paylaşmaktadır.” Mavi At” adının öyküsü şöyle: 70'li yılların başında İtalya’da büyük akıl hastanelerinin kapatılmasını ve toplum içinde tedavi anlayışını yerleştirmeyi amaçlayan bir hareket başlatılmıştı. O dönemde Trieste' deki akıl hastanesinde 1200 hasta bulunmaktaydı. Reformla birlikte ruh sağlığı bütçesinin %94’ü toplum odaklı merkezlerin kurulmasına, sağlık ve sosyal hizmetlerin entegre edilmesine ayrıldı. 1974 yılında, hastanenin kilitli kapıları açılmış ve hastaların diledikleri zaman dışarı çıkmalarına fırsat verilmiştir. Geçmişte hastane faaliyette iken hastane çalışanlarından başka hiç kimsenin dışarı çıkma hakkı olmadığı kurumdan çıkmasına izin verilen tek canlı çamaşırhaneden kirli çamaşırları dışarı götüren bir attı. Hastane yıkıldıktan sonra, hastane çalışanları ile halk el ele vererek 2,5 metre yüksekliğinde, ahşaptan mavi bir at yaparak hastanenin girişine yerleştirdiler. Köklü değişiklikle birlikte bu at, bir bakıma özgürlüğün ve toplumdan kopmamanın bir sembolü haline gelmiştir.Bizim kafenin adı da buradan geliyor işte..

8-Mavi At Kafe’nin başka şubeleri açılacak mı? Ekonomik olarak destek görüyor musunuz?

Şu anda Balıkesir’de şizofreni hastalarının çalıştığı bir Mavi At Kafe daha açıldı. Psikiyatri uzmanı Dr. Umut Karasu' nun özverili çabalarıyla hasta dostlarımız hem kafe hizmeti veriyor hem de cam işleri üretiyor. Mavi At Kafe, bağımsız, sivil ve gönüllü bir kuruluş. İmece ile çalışıyor. Ama işte öyle böyle 7 yaşına basıyor. Mavi At Kafe deneyiminden çok şey öğrendi. Şu sıra Toplum Ruh Sağlığı merkezlerine örnek olabilecek bir model üzerinde çalışıyoruz. Bu konuda ayrıntılı bir bilgi için Nöropsikiyatri Arşivi Dergisinde yayımlanan “Türkiye’de Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri : Quo Vadis ?” başlıklı yazıma başvurulabilir.(http://www.noropsikiyatriarsivi.com/en_makaleOzet?id=701)

9-Biz psikoloji öğrencileri olarak şizofreniye yapılan damgalamayı önlemek için neler yapabiliriz?

Yapılacak çok şey var. Bence bunu kafede toplanarak konuşalım.. bizi bir araya getiren şey, dünyayı bulduğumuzdan daha iyi bir yer haline getirme isteği. Böyle düşünen herkesi Mavi At’ a bekliyoruz.

*Şizofreni Dernekleri Federasyonu, Mavi At Kafe ve Psişizofreni Grubu'nun etkinliklerini aşağıdaki adreslerden takip edebilirsiniz.




Kaynak

Hazırlayan: Sibel Aksüt

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Volga Volga Film Gösterimi

 Merhaba,  4 Ağustos Cuma akşamı saat 19:00'de Mavi At Kafe'de film gösterimi var. Bekliyoruz. Katılım için lütfen şu linki doldurun...