Şizofreni Dernekleri Federasyonu

Akıl Oyunları Filmi Detaylı Analizi


Film gerçek bir bilim insanının hayatını anlatan aynı isimli kitaptan beyaz perdeye aktarılmıştır. Filmi izlediğinizde şizofreni tanısı almış bir bireyin yaşadıklarını, hissettiklerini, düşüncelerini, korkularını, iyileşmede topluma karışmanın önemini, başarı elde edebileceklerini çok daha iyi anlayacaksınız. Russel Crowe'un oyunculuğu sayesinde film boyunca siz de John ile yaşayacak, görünmez bir karakter gibi orada hissedeceksiniz.

Öncelikle filme konu olan başrol John Nash kimdir, bununla başlayalım. John Forbes Nash, Adam Smith’in oyun teorisini geliştirip diferansiyel geometri alanında köklü değişiklikler yapmış; aynı zamanda kısmi diferansiyel denklem üzerinde de çalışmış 1994 Nobel Ekonomi Ödülünü alan şizofreni tanılı, Amerikan matematikçidir. 

Film Nash’in Princeton Üniversitesindeki anılarından başlamaktadır. Çocukluğu ve ailesi hakkında neredeyse hiçbir bilgi verilmemiştir.

Şizofreni tanısı almadan önce:

Film, derste öğretim görevlisinin konuşması ile başlar.

Matematikçiler Japonların şifresini çözüp atom bombasını yaptı... Kazanmak için kesin sonuçlar lazım. Yayınlanabilir, uygulanabilir sonuçlar. Hanginiz sonraki Morse olacak? Ya da bir sonraki Einstein?”

Sonra John, rakibi Martin Hansen’ın Nazi şifreleri üzerine yazdığı makale hakkında bir muhabbete dahil olur.  

Neilson ile tanışır. Neilson kendini Japonların şifresini çözen şifreciyim diye tanıtır. Arkadaşı ise sadece bunun kızlara karşı olduğunu söyler gülerek.

Yani filmin en başında art arda üç farklı şifre konusu geçer. Bu John Nash’in başarı hırsı nedeniyle ve sosyal etkiyle ileride halüsinasyonlar görmesine neden olacak durumlardan bir tanesidir.

En büyük hayali, oradaki hemen hemen her öğrenci gibi Wheeler Labaratuvarlarına girebilmek olan Nash’in diğer öğrenciler tezlerini neredeyse bitirmek üzere olmasına rağmen ve okuldaki öğrencilerin neredeyse yarısının yayınlanmış makalelerinin olmasına karşın kendisi henüz bir fikir bulamamıştır. Bir diğer amacı ise üniversitedeki en iyi öğrencilerden biri olan Martin Hansen'ı yenmekti. Üniversite hayatı boyunca Hansen'ı kendisine rakip olarak görür. Hansen’la oynadığı bir stratejik matematik oyununda yenilir ve oyunda bir problem olduğunu yenilmesinin mümkün olmadığını, çok iyi oynadığını savunur. Rezil olduğunu düşünüp hüsrana uğrar, utançla odasına gider. Hansen ile yaşadığı bu stresli oyundan sonra odaya geldiğinde ilk halüsinasyonu ortaya çıkar. Bu karakter kendisini oda arkadaşı olarak tanıtan Charles Herman’dır. Başlangıçta onunla pek ilgilenmez ancak Herman sürekli dikkat çekici bir şekilde etrafındadır.

John, geldiği ilk günden itibaren çalışmaya başlar. Yaratıcı düşünce ve mantığa odaklı birisidir. Derslerle ilgili düşüncelerini şu şekilde açıklar:

Derslere girerek ve bu kitapları okuyarak vakit kaybedemem. Değersiz ölümlülerin kifayetsiz varsayımlarını ezberleyerek!

Gerçekten yeni bir fikir bulmam gerekiyor ancak o zaman diğerlerinden farklı olabilirim. Ancak o sayede...” Charles araya girer. “Önemli olabilirsin.” Ve John bunu evet diyerek onaylar.

“Dersler kafa bulandırır. Gerçek yaratıcılık ihtimalini yok eder.”

Derslerin yaratıcılık potansiyelini yok edeceğini, işin gerçek dinamiklerinin öğrenilmesi gerektiğini düşünür. Bu yüzden derslere girmez. Her zaman önemli biri olmak ister. Öne çıkabilmek ve saygınlık kazanabilmek için yeni fikirler bulmaya çabalar.

Charles ile konuşmasında Charles ona “Belki de rakamlarla aran insanlarla olduğundan daha iyidir.” der. Bunun üzerine John, “İlkokul öğretmenim bana fazla gelişmiş bir beynim ama hiç gelişmemiş bir kalbim olduğunu söylemişti. İnsanlar beni sevmez, ben de onları sevmem.”  

İşte burada onun çocukluğuna dair bir şeylere rastlarız. İlkokul öğretmeninin tutumu onda iz bırakmıştır ve insanların onu sevmemesine karşılık olarak yani bir tepki olarak kendisinin de onlara onların yaptığı gibi sevmediğini söyler.

Yine ileride göreceğimiz üzere üniversitede öğretim görevlisi olarak dersi unutması üzerine herkesin yarım saat beklemesi durumuna verdiği tepki “Kimsenin beni özlediğini sanmıyorum.” olur. 

İleride evleneceği kişi olan Alicia, kendisine ilgi gösterdiğinde ilgiye şaşıran hallerini görmemek mümkün değil. Fakat Alicia bunu kendi ağzıyla da söyler.

Yine John, Alicia ile bir diyaloğunda “Demek ki biz iki çirkin ördeğiz.” demiştir.

Kendisini toplum tarafından sevilmediğine, yeni bir ortama girmiş olsa bile dışlandığına, insanların ondan hoşlanmadığına dair düşünceler, içe dönük mizaç özellikleri ve hastalığın etkisi ile sosyal yanı gelişmemiş, hem yalnız olmayı tercih etmiş hem de arkadaş edinmede zorluklar yaşamış. Bunun insanı üzmesi, onu içten içe acıtması oldukça olağan bir durumdur. John’un sözlerinden onun yoksunluğu ve ihtiyaçları aslında fark edilebilir dikkat edildiğinde. 

Çay salonuna indiğinde bir profesöre saygınlık gösterisinde bulunulduğunu ve profesörlerin kalemlerini takdim ettiklerini görür. Bu durumdan çok etkilenir. O kadar hırslıdır ki odasına gittiğinde tez konusunu bulamadığı için çok sinirlenir ve bu durum cama kafa atarak kendini yaralamaya kadar varır. Bu stresli anında yine yanında olan kişi Charles Herman, yani hayali oda arkadaşıdır. 

Zaman buldukça üniversite arkadaşlarıyla dışarı çıkar. Karşılaştığı kadınlarla iletişime geçmeye çalışır. Ama iletişim kurma konusunda problemler yaşayan birisidir. Cinsellik odaklı düşünen Nash, ilişkisinin ilk faslını atlayıp cinselliğe doğrudan yönelmesi kaynaklı ret cevabı alır. Reddedildiği için hayal kırıklığı ve utanç yaşar. Okulda yaşadığı stres, başarma hırsı, kaybetme korkusu ve yakın ilişkilerden uzak oluşu üzerindeki olumsuz etkilerini gün geçtikçe arttırır. Bu süreçte hayali oda arkadaşı Charles, onun hep yanındadır, onu daima destekler. Charles aslında yalnızlığın ona verdiği rahatsızlığı giderme şeklidir. Onu anlayan ve kendini yansıtan biriyle sohbet etmek onu güçlendirir. Yani yakın ilişkiler kurmak ruhumuzu besleyen duygusal bir ihtiyaçtır. Toplumdan bu denli uzak ve yalnız kalmak insanın hayatında acı veren boşluklara neden olabilir. John Nash aslında hayatındaki yoksunluktan ötürü kendini bu şekilde ayakta tutmakta ve mutlu etmektedir.

Çok geçmeden tez konusunu bulur. Adam Smith’in oyun teorisini geliştirip kendi diferansiyel denklemiyle denge teorisini ortaya atar. 150 yıllık ekonomi teorisinin yanlışlığını kanıtlayarak Wheeler’e girmeyi hak eder. 

Eğitimini tamamladıktan 5 yıl sonra Wheeler’de iş hayatına başlar. Pentagon’a 5 yıl içinde yalnızca iki kez şifre çözmek için gitmiştir. Şifre çözmek yerine barajların dayanıklılık oranını ölçtüğü ve üniversite öğrencilerine ders verdiği için halinden memnun değildir. Pentagon’a ikinci gidişinde esrarengiz bir adam görür. Adamın kim olduğunu sorsa da yanıt alamaz. Çünkü o adam Nash’ın gördüğü ikinci hayali kişidir. O adam Nash’ın hayal ettiği, hedeflediği iş hayatını ona verebilecek olan kişidir. Nash memnun olmadığı, potansiyelini gerçekleştiremediği meslek hayatını böylece kendi dilediği şekle büründürür farkında olmaksızın. Aslında bu kendi düşünce sistemine bir çare, mutsuzluğuna bir deva arayışıdır.

Bir gün akşam saatlerinde esrarengiz adam yine karşısına çıkar. Esrarengiz adam yani William Parcher savunma bakanlığı rozetini gösterir. John bundan sonra ordu için tıpkı Pentagon’da yaptığı gibi, kullanılan dergi ve gazetelerdeki yazılardan şifreler bulmak üzere göreve başlar, tıpkı hep istediği gibi. Burada William’la konuşmaları daha önce konuştuğumuz şeyleri yine tasdikler niteliktedir.

“John, ne ailen ne de yakın arkadaşların var. Neden?”

“Yalnız kurt olduğumu düşünmeyi seviyorum. Ama asıl neden, insanların beni sevmemesi.”

Yine başka bir konuşmalarında William “Seni diğerlerinden ayıran şey şimdiye kadar gördüğüm en yetenekli şifre çözücü olman.” der. Bu hayali karakter aslında John'un düşüncelerini yansıttığı için kendisinin farklı olma sayesinde önemli olabileceği düşüncesi ve başarı hırsı gerçek hayatta gerçekleşmemiş beklentilerini hayal olarak gerçeklikten ayıramadığı bir şekilde karşısına çıkmıştır.

Üniversitede tanıştığı Alicia’ya insan ilişkilerini şu şekilde anlatır.

Arkadaş canlısı görünmek için davranışlarımı cilalamak zorunda olmak bana fazlasıyla zor geliyor. Doğrudan konuya girerek bilgi akışını hızlandırma gibi bir eğilimim vardır.”

Kadınlarla ilişki kuramamasının nedeni doğrudan cinsellikle ilgili düşüncelerini söylemesidir. Alicia burada diğer kadınlardan farklı olarak ona tokat atmak yerine onun yanında kalır. O günden sonra üçüncü hayali parkta gazetelerdeki şifreyi çözmeye çalışırken karşısına küçük bir kız çocuğu olarak çıkar. Kız çocuğu, ilk hayali ve yakın arkadaşı olan Charles’in yeğenidir. Charles’e bir kızla tanıştığını söyler. Bu ikisi için de oldukça şaşırtıcı bir durumdur. Bu şu şekilde konuşmalarından bellidir:

“Bir kızla tanıştım.”

“Olamaz! İnsan mı?”

“Homo sapien.” şeklinde cevap verir John.

“İki ayaklı mı?” diye sorar Charles. Burada hala inanmakta zorluk çekildiği bellidir.

“Evet. Ve ihtimal hesaplarının aksine beni pek çok bakımdan çekici buluyor.”

John verdiği bu cevapla biri için önemli olmanın, değer görmenin genel durumunun istisnası olarak gördüğünü ifade eder. Charles buna karşılık olarak renkler ve zevkler tartışılmaz demesi üzerine kendi düşünce ürünü olduğunu hatırlarsak John’un benlik saygısının düşük olduğunu ve bu olumsuz düşünceyi kabullendiğini görüyoruz. Ve yine John evlenip evlenmeyeceğini sorar ve emin olmadığını söyler.

Fikrimce çevresinde mutluluğunu yani Alicia'yı, kendisi için pek rastlanmadık olan bu durumu anlatacak ve danışacak kişi olmadığı için bunları da hayali arkadaşına anlatır.

İlişkisinin uzun vadeli olabilmesi için bir kanıt, bir veri ister Alicia’dan. Alicia onun dilinden konuşarak aşkın evrenin genişligini bilmesiyle aynı şey olduğunu söyler ve kısa zamanda evlenirler.

Bu süreçte her gün gazete ve dergi keserek içindeki yazılardan kendince şifreler görür ve bunları bir posta kutusuna bırakır düzenli olarak. Son defasında William arabayla alır ve kaçmaya başlarlar. Ateşli silahla bir kovalamaca içine girerler. Arabayı atlatırlar ancak olayın etkisini John uzun süreler atlatamaz. Artık sürekli takip edildiğini düşünür. Bir gözü pencerede ve hep tehlikedeymişcesine tetiktedir. Bu sebepten Alicia’nın karanlıkta ışıkları açmasına kızar.

Üniversitede vereceği bir matematik konferansında kendisine doğru gelen adamları görünce Rus ajanları sanarak sahneden kaçar ve adamlar onu yakalayıp hastaneye götürürler. Kendisine yardım etmek isteyen psikiyatristi de kendini tehlikede hissetmesine neden olan Rusların ajanı sanar. İşte bundan böyle hastalığı fark etme ve tedavi süreçleri başlar.

Şizofreni tanısı aldıktan sonra ve iyileşme süreci:

Doktor, “Hastalığı şizofreni. Bu gibi hastaların çoğu paranoyak olur. John'un dünyasında bu gibi davranışlara kabul gösterilebilir. Ona yardım edebilmenin tek yolu gerçek olanla hayali olan arasındaki farkı gösterebilmek.”

Alicia, doktorla konuştuktan sonra John’un çalışmalarının peşine düşer. Gerçekleri görmeye başlar.

John Rusların kendisinin önemli biri olduğunu düşündüğü için kendisini öldürmek yerine oraya kapattıklarını düşünür. Alicia ise gizli posta kutusuna bıraktığı paketleri kendisine göstererek hasta olduğunu anlatmaya çalışır. John ilk başta reddetse de kolunda var olduğunu düşündüğü çipin yok olduğunu kolunu kanatarak içinde bulamayınca görür.

“Şizofreninin en kötü tarafı gerçekle gerçek dışını ayıramamaktır. Bir düşünün, tanıdığınız insanlar ve yerlerin sizin için en önemli anların ortadan kaybolmadığını, aslında ölmediğini ama hiçbir zaman var olmadığını öğreniyorsunuz.”

O zamanki tedavi koşullarında 10 hafta boyunca günde 5 kere insülin verilerek bir yatağın üzerine bağlanarak şiddetli titreşim verilir. Hastaneden çıktıktan sonra yeniden hayata tutunmaya çalışır. Matematiksel hipotezleri çözmeye çalışarak yeniden işine geri dönebileceğini düşünür. Ancak ilaçlardan dolayı kafasının bulandığını ve sonucu görmekte zorlandığını söyler. Eşi ve arkadaşı ona bu konuda destek olurlar ve hayatta çalışmaktan daha başka aktivitelerin olduğundan da bahsederler. Böylelikle hayata önce çöpü dışarı çıkararak başlar. Karısının ihtiyaçlarına karşılık veremediği, işini yapamadığı için, bebeğin bakımına yardım edemediği için ve karısı duygusal anlamda biraz uzaklaştığı için ilaç kullanmayı bırakır. Tekrar hayali kişiler karşısına çıkmaya başlar ve tekrar şifre çözdüğünü hayal etmeye başlar. Alicia evin yakınlarındaki eski bir kulübede yine kesilmiş dergiler ve gazeteler işaretlenmiş harfler bütün her yeri kaplayacak durumda görür. Küçük bebeklerini Charles'e emanet ettiğini düşünür. Bu kez Alicia ona burada kimse yok desede inanmaz. 

Ona örünmezlik serumu yaptılar. Çift kanımda erirken salgıladığı madde sayesinde ben onu görüyordum.” diyerek hayallerini kendi görüşüne göre mantığa oturtmaya çalışmıştır. Alicia tekrar doktora aramak istediğinde John’un hayallerinden biri olan William Parcher, Alicia’nın çok şey bildiğini söyleyerek işini bitirmesini söyler. Tam o sırada gerçekleri hayallerden ayırmaya başlar. Çünkü gördüğü küçük kızın hiçbir zaman büyümedigini fark eder.

Doktorla tekrar görüşürler. Daha yüksek dozda insülin şokları ve farklı ilaçlar teklif eder. John bu tedaviyi istemez. Zamanla bunu çözebileceğine inanır. Alicia’nın annesine gitmesini isteyerek bu hastalığı yalnız çözmesi gerektiğini düşünür. Alicia onu bırakıp gitmez ve yine her zaman yaptığı gibi onun yanında olmaya, ona destek olmaya devam eder.

Alicia ve John topluma karışmanın, toplumun bir parçası olmanın iyi geleceğini belirli düzeyde bir bağlantı, tanıdık yerler, tanıdık insanlar yararlı olabilirdi. Princeton’a gittiğinde hayalleri kendisine baskı yapmaya başlar. Hayali William Parcher ile okulun bahçesinde tartışmaya başlar ve okuldaki herkes bir daire oluşturup kendisini izler. O gün üzülmüştür ancak eşi yarın tekrar denemesi için ona cesaret verir. Ertesi gün hayalleri ile vedalaşır, onlara bir daha konuşmayacağını söyler. Öğrencilerle birlikte derslere girmeye ve kütüphanede çalışmaya başlar. Bu süreçte kendisini başaramayacağına inandırmaya çalışan hayalleri hala onunla birliktedir. Toplumsal baskıya da maruz kalır. Öğrenciler onunla alay eder, onu taklit eder, ona güler. Yıllar bu hayalleri görmezden gelmeye ve hayata atılmaya çalışarak geçer. Yıllar sonra bile hala hayalleri onun kafasını çelmeye çalışır ama John onları görmezden gelmek için sağlam bir iradeye sahiptir. Artık hayalleri de John’u rahatsız etmemeye başlar. John bu durumu şu şekilde anlatır: “Onlara aldırmamayı öğrendim sanırım bu yüzden onlar da eskisi kadar rahatsız etmiyorlar. Rüyalarımızda kabuslarımız da aynen onlar gibi değil midir? Onları beslersek canlı kalabilirler. Onlar geçmişimin bir parçası geçmiş herkesi rahatsız eder.”

 Kütüphanede öğrencilerle iletişim kurmaya, ders anlatmaya başlaması üzerine üniversitede öğretim görevlisi olarak işe başlar. Sonra kendisine Nobel’e aday gösterileceğini söylemeye bir adam gelir ve onunla birlikte çay salonuna giderler. Burada John'un dediği çok önemlidir, kendisini çok iyi ifade eder.

Hala olmayan şeyler görüyorum ama görmezden geliyorum. Beyin diyeti gibi. Belli tatlılardan uzak durmaya çabalıyorum. Belli düzenlere olan tutku gibi. Belki de benim tutkum hayal etmektir ne dersiniz?”

Ne sonra tıpkı öğrenci iken gördüğü gibi çay salonundaki insanlar gelip John Nash’ın masasına kalemlerini bırakırlar.

Ve Aralık 1994'te Nobel ödülünü alır. O gün bir hala hayallerini görmeye devam eder ama her zamanki gibi görmezden gelerek hayatına devam eder.

İyileşme sürecinde hastanede kalmamış ilaçlar yardımıyla toplumun içine karışarak, güçlü bir irade oluşturarak, kendince bir çözüm bularak ve en önemlisi de eşinin sonsuzda desteği ile hayata tutunmayı ve hastalıkla mücadele etmeyi başarmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Volga Volga Film Gösterimi

 Merhaba,  4 Ağustos Cuma akşamı saat 19:00'de Mavi At Kafe'de film gösterimi var. Bekliyoruz. Katılım için lütfen şu linki doldurun...